22 Nisan 2016 Cuma

Herkesin bir derdi var durur içerisinde

Yaş akar gözüm sızlar /Ne kalır gerisine /Herkesin bir derdi var /Durur içerisinde... Volkan Konak’ın en bilinen, en hüzünlü şarkısından bir dörtlükle girdim yazıya. Annem çok severdi bu şarkıyı. En çok da “herkesin bir derdi var durur içerisinde” mısrasını mırıldanırdı. Eminim bu şarkının tamamını baştan sona hiç dinlemedi. Şarkının neyden bahsettiğini dahi bilmiyordu belki de ama bu mısra onun için çok şey ifade ediyordu. Canı bir şeye sıkıldığında, birine hüzünlendiğinde “herkesin bir derdi var durur içerisinde” derdi, susardı.


Nedense benim de dilime takılır bu şarkı. Bir nevi annemden miras… 15 Mayıs akşamı hastaneye kaldırdık annemi. Üçüncü felcini geçirdiğini bilmiyorduk. “Bana bir şey oluyor” dediğinde, kardeşimle birlikte koluna girmiştik bile. Annemden duyduğum son cümle babamın adı oldu; “İbrahim bana bir şey oluyor” dedi, sustu… Ağzı kapandı, gözleri kapandı, bilinci kapandı. Hastaneye yatırdık. 45 gün boyunca hiç değişmedi durumu. Bilinci hep kapalıydı. Konuşmadı. Duymadı. Bir “ah” bile demedi. Her Pazar ziyaretine gittiğimde bir bebek gibi yatışını izler, ağarmış saçlarını okşar, ellerinden öper, yanaklarını sever dönerdim eve… Yaş akar gözüm sızlar /Ne kalır gerisine /Herkesin bir derdi var /Durur içerisinde...

Takvim yaprakları Haziran’ın 30’unu gösterdiği günün sabahı, yoğun bakımdaki 46. gününde hastaneden arayıp “annenizin durumu kritik” dediler. Biz hastaneye varana kadar gitti annem… Helalleşemeden… Dertleşemeden… Son nefesinde yanında olamadan… İnsanın annesi ölünce, ne diyeceğini bilemiyor. Ne düşüneceğini. Ne hissedeceğini. Ne yapacağını… Anneler evlatlarını dünya hayatında her şeye hazırlıyor da, bir bu veda’ya hazırlıksız yakalanıyor evlatlar. Yapayalnız kalıveriyor insan. “Çektiği acılar günahlarına kefaret olsun” diye ağlıyorsun sadece. "Günahlarını görmesinler, yaptığı iyi amelleri hatırlasınlar. Ahiret yurdunda hiç zahmet çekmesin" istiyorsun. Kusurları örtülsün, günahları dökülsün, yanlışları silinsin istiyorsun. Yoksa ötesini yüreğini kaldırmayacağını iyi biliyorsun.

Ertesi gün annemi kendi ellerimle koydum kabrine. Kefen bağlarını çözdüm. Yönü kıbleye dönük kalsın diye, sırtına toprağını ben belerttim. Canından, kanından, ruhundan, kaderinden karıldığım annemi toprağın bağrına emanet ettim. Bir evladın annesine vedası oluyormuş bu. Yaşayınca öğrendim. Sonrasında ne kadar da gitsen yanına, ilk günün vedası bir başka oluyormuş. Sonradan fark ediyor insan. Her hafta sonu gitsem de yanına, her gün biraz daha uzaklaşıyor annem benden. Günler bir bir eskidikçe, hatıralar daha bir ağır basıyor. Toprağa verdiğim ilk günü hiç unutamıyorum... Yaş akar gözüm sızlar /Ne kalır gerisine /Herkesin bir derdi var /Durur içerisinde...



Annem bu dünyadan gideli tam 3 ay oldu. Onsuz 90. günü devirdik. Sancaktar dergisine ilk yazımı yazmak için masama geçtiğimde, aklımda bin tane farklı konu vardı; Suriye’den Mısır’a, R4bia’dan Esma’ya farklı konular için besmele çekmeye niyetlenmiştim. Ama olmadı. Yaş akar gözüm sızlar /Ne kalır gerisine /Herkesin bir derdi var /Durur içerisinde... Mısraları gelip konuverdi dilime. Annem gelip konuverdi hatırıma. Annemi yazmadan başka bir konuya değinmek gelmedi içimden. Eğer kabul ederseniz Suriye’de, Mısır’da, Filistin’de, Afganistan’da, Arakan’da, Doğu Türkistan’da annesini kendi elleriyle toprağa vermek zorunda kalan evlatlar adına yazmış olayım ben yazıyı.



Not I: Bu yazı haftalık Sancak Dergisinin 40. sayısında yayınlandı. (04-10 Ekim 2013)
Not II: Fotoğrafta vefatından 7 ay önce annem ve en küçük torunu oğlum Görkem Çelebi Akbaş.

14 Nisan 2016 Perşembe

Karar gazetesi nasıl gidiyor?

Bir önceki yazımda, çıkan her gazetenin “yeni bir heyecan” oluşturduğuna dikkat çekmiş ve Karar gazetesinin çıkışını da heyecanla beklediğimi yazmıştım. Karar gazetesi çıkmaya başladı ve 40 günü devirdi. Hakkında bir şeyler söylemek için 40’ının çıkmasını beklemiştim, şimdi söyleyebilirim.
İlk çıktığın günden beridir kesintisiz olarak gazeteyi alıp okuyorum. Yayın politikası, habercilik anlayışı, dili ve hitap ettiği kesime davranışı ile “yeni bir yol” denediği çok açık. Refikleri olarak isimlendireceğimiz Yeni Şafak, Akit, Star, Sabah, Türkiye ve diğer gazetelerden birçok konuda ayrılmasını bilen bir tavra sahip. Öncelikle; haberlerinde seviyeli bir dil kullanıyor. Bel altı vuruşlara yeltenmiyor. Kırıcı, yıkıcı ve haksızlık yapıcı bir duruştan ziyade anlamaya, anlaşılmaya, çözüm üretmeye, diyaloğa yatkın bir havası var.
Yayınlanacağı ilk zamanlarda hakkında yapılan olumsuz/ yıpratıcı/ lüzumsuz yaygaraya pirim vermeden yoluna devam etmesi, hatta bu haksız tezvirata cevap bile vermemesini olumlu puan olarak yazıyorum. Umarım bu tavrını devam ettirir ve kimseye laf yetiştirmeye çalışmaz.
Mizanpajı; her ne kadar hayalimdeki gibi Avrupai tarzda olmasa da aydınlık ve iyi çalışılmış olması ile öne çıkıyor. Bu sebeple benden geçer not aldığını söyleyebilirim. Özellikle yazı fontunun çok büyük olmaması, ciddi gazetelerin kullandığı tarzda küçük font kullanılması önemli…

Gelelim köşe yazarlarına… Benim için ve dahi gazete takip eden çoğunluk için bir gazeteyi gazete yapan unsurların başında o gazetenin köşe yazarları gelir. Karar gazetesi de, reklamlarında yazarlarına vurgu yaparak, etkin ve etkili bir yazar kadrosu ile çıkacağını duyurmuştu. Mustafa Karaalioğlu, Yusuf Ziya Cömert, İbrahim Kiras, Etyen Mahçupyan, Beşir Ayvazoğlu, Hakan Albayrak gibi muhafazakâr camianın önemli isimlerini bünyesinde toplayan gazete, bu konuda yeni ve etkili bir merkez olacağını gösterdi. Ancak, günlük bir gazetede her gün en ez 11 yazarın olması gereken kuralını henüz yerine getiremedi. Karar gazetesinde bugüne kadar ortalama günde 7 yazar yer aldı. Bu da aslında Karar’ın bir an önce halletmesi gereken konuların başında geliyor. Merkez gazete olma hedefiyle yola çıkan bir gazetede günlük 10’dan fazla köşe yazarının yer alması önemli ve gerekli. Bu konuda herhangi bir gazetede köşe yazarlığı yapmayan kalibresi güçlü, kalemi kuvvetli, okuru olan yazarlara teklif götürülmesi gerekiyor.
İlk sayılarında en fazla eleştirdiğim konulardan biri de kültür sayfasının olmaması idi. Neyse ki bu yanlıştan erken vakitte döndüler ve ikinci sayfalarını Kültür olarak isimlendirip önemli bir gelişmeye imza attılar. Kültür ve sanatın önemsenmediği, gazete sayfalarından kovulduğu günümüzde her gün tam sayfasını kültüre ayırmasını takdirle karşılıyorum. Keşke bunu iki sayfaya taşısalar J   
Şimdilerde 40 bin tiraj bandında kendine bir yer bulan Karar’a fazlasıyla ihtiyacımız var. Yalan, hakaret, şaklabanlık ve iftiranın rağbet gördüğü günümüzde kararında haberciliğe fazlasıyla susamışız. Kendi davasını savunmak için karşı tarafı yerin dibine batıran anlayıştan bu ülkeye en ufak bir yarar gelmeyeceğini görmüş olmamız lazım. Karar ve kara gibi gazetelerin sayısı arttıkça rahatlayacağız…