30 Ekim 2011 Pazar

İkinci felaket...

Kahraman milletiz vesselam… Çok badirelerden geçtik.  Geçeriz de evelallah.. Yine olsun, yine geçeriz. Bana mısın demeyiz. Sırt sırta verir geçeriz. Dayanışma örneğini bizim kadar içtenlikle sergileyen bir millet daha dünya üzerinde yoktur. Bunda hepimiz hemfikirizdir. “Dayanışma” dedik mi yırtarız dağları, enginlere sığmaz taşarız. Bazen biraz dozunu kaçırırız ama olsun... Biz yine de dayanışırız.

Buraya kadar her şey yolunda... Bunlar güzel şeyler.
Fakat biraz oturup düşünürsek, aslında bu işte bir garabet var.
Ne mi?
Anlatayım...
Çok sevdiğim bir söz vardır; ''Her şey yolunda gidiyorsa, bir şeyler ters gidiyor demektir.'' Evet, ters giden şey bizim anlayışımızdır. Yani dayanışma anlayışımız. Biz ne zamanlarda dayanışıyoruz? Felaket zamanlarında. Bu iyi. Peki felakete engel olabiliyor muyuz? Önemli ölçüde doğa olayı olduğu için, hayır. Bu kötü… Peki, felaketin sonuçlarının ikinci bir felaket olmasına engel olabilir miyiz? Evet. Evet ama bunu sadece söylüyoruz. Herkes doğru olanı biliyor. Ama kimse yapmıyor ve de yapılmasına müsaade etmiyor. İkinci felaketi ellerimizle, elbirliği ile ve de dayanışma içerisinde hazırlıyoruz.
Felaketi hazırlıyoruz. Geliyor. Geldi mi? Tamam. Şimdi iş sorumlu aramaya geliyor… Sorumlu bulmada da oldukça başarılıyız. “Takdir-i ilahi,” “doğa,” “çalan müteahhit,” ”kaçak ruhsat veren belediye…” tamam sorumluyu da bulduk mu? Geriye, “kalan sağlar bizimdir.” demek kalıyor. Bir ay kadar konuşuruz. Sonra da unutur gideriz. Ta ki bir sonraki felakete kadar...

Peki, böyle mi olmalı? Gerçekten kahramanlık bu mudur? Yüce bir millet olmanın yolu kendi hazırladığı felaketlerden sonra dayanışmaktan mı geçer? Eşsiz dayanışma kabiliyetimizi felaketlerden önce sergilesek olmaz mı? Kısa vadeli ve küçük şeylerle mutlu olmak yerine, daha uzun vadeli, ya da becerebiliyor isek kısa vadeli, fakat memlekete, millete ve de insanlığa faydalı olabilecek etkinliklerde bulunurken dayanışsak, nasıl olur? Asıl olması gereken bu değil midir? Bu bize daha az acı çektirmez mi? Neticede daha fazla yücelerek, gerçek manada “kahraman” bir millet olmaz mıyız?
Evet, yüce bir milletiz. Evet, kahramanız. Evet, birimiz dünyaya bedeliz. Ve tüm renklerimizle hepimiz ayrı bir dünyayız. O zaman sorun nerede?
Sorun mantalitede, anlayışta, bakış açısında, farkındalığımızda, ne derseniz deyin. Sorun bizde. Nelere önem verdiğimizde.
Felaketlerin fazlasıyla belimizi büktüğü ülkemizde şöyle bir başımızı kaldırıp bakarsak güzel şeyler de olmuyor değil. Ben inanıyorum ki dünyanın en akıllı insanları ülkemizde. Tek sorun; aklımızı ne tarafa yönlendirdiğimizde. Kimimiz, kolay yoldan nasıl köşeyi dönerim çabası içerisinde -ki zemin ve şartlar maalesef oldukça elverişli. Kimimiz ise yaşanası güzel bir ülke sevdası ile taşın altına elini koyma çabasında.
İşte burası olayın kırılma noktası. Biz hangisine daha fazla değer verir isek, hangisine dönüp bakar isek onlardan bir sürü olacak. Yani anahtar biziz.

Çok güzel bir haber; TÜBİTAK bünyesindeki bilim adamları, dünya rezervinin yüzde 75'ini elinde bulundurduğumuz Bor'u kullanarak mevcut olandan daha hafif ve daha sağlam bir zırh geliştirmişler ve sonuç almışlar. Bu, belki de son zamanlarda duyduğumuz en güzel haber. Malum ülkemizde bu tür gelişmeler sıkça olmuyor. Olmuyor da, olduğunda gerekli ilgiyi gösteriyor muyuz? Teşvik ediyor muyuz? Durun durun, para falan istemiyoruz. Zaten teşvik işini devlete bırakıyoruz. Koskoca devlet var canım. Teşvik etsin işte. Biz ne yapabiliriz ki.
Bakın bu kadar kolay işten sıyrılmak ve bananecilik.
İlgi göstersek, acaba nasıl yapmışlar diye bir sorsak, bir tebessüm etsek. Hepimizin elinin altında internet var. Gerekli gereksiz kullanıyoruz. Bir tebrik mesajı da bu işi başaranlara yazıversek. Zor mu? Eminim onlar da sadece bu kadarını bekliyorlardır, daha iyi şeyler ortaya koymak için.
En ufak bir toplumsal olayda en az bir televizyon ekibi yollayıp 24 saat bekleten medya kuruluşları acaba TÜBİTAK'ın önünde bir fotomuhabir bekletmeyi düşündüler mi? Yok düşünmemişlerdir. Çünkü reytingi yok, kimse ağlamıyor, sızlamıyor, bağırıp çağırmıyor, kan yok, gözyaşı yok. Böyle olunca da reyting olmuyor. Altı üstü bilimsel bir olay. Kim izler ki. Yani bizler izlemeyiz. Bizler.
Demek ki biz ne istersek, bizlere o veriliyor. Peki, neden “kahraman” ve “yüce” bir millet olarak güzel şeyler istemiyoruz?

Yazan: Adil Enlioğlu           
           

Hiç yorum yok: