22 Nisan 2011 Cuma

Bir Necmettin Erbakan vardı...

Nasıl anılmak isterseniz sorusuna; "malıyla, canıyla Allah yolunda cihad eden bir Müslüman olarak..." diye cevap veren bir liderin ardından ne söylesek eksik konuşmuş oluruz. Ama konuşmak, yazmak mecburiyetindeyiz. Dolu dolu yaşanmış 85 yıllık bir ömür, mücadele ile geçmiş 42 yıllık siyasi yaşam ve son olarak da yüz binlerin şehadetiyle çıkılmış bir son yolculuk. Bize düşen; Erbakan isminin ağırlığını çok taraflı bir şekilde incelemek, yorumlamak, tartışmak, geçmiş ve gelecek arasında oluşturduğu değeri doğru konumlamaktır. 

Babamızı kaybetmiş kadar hüzünlüyüz... O'nun ardından hissettiklerimiz; bir yarımızı, her yanımızı toprağa vermiş kadar suskun. Beklenen ama zamansız bir gidiş kadar ağır. Söyleyecek sözlerimizi duyuramamanın verdiği ızdırap kadar yakıcı… Hepimiz o'na çok şey borçluyuz. Mücadelesi, azmi, kararlılığı, dik duruşu ve engin tecrübesi ile Türkiyeli Müslümanların dünya üzerindeki medar-ı iftiharıydı o. Bu toprakların yetiştirdiği en has adamlardan, en cins kafalardan biriydi. Hepimizi diri tutan bir nefes, aklımızı başımızdan alan bir deha, ölümü göze alıp alanlara atılacak kadar bizi kendine bağlayan bir liderdi o. Tebessümün, ciddiyetin, parıltının eksik olmadığı çehresi ile pırıl pırıl bir Müslüman'dı. Alija ile Dudayev'in silah arkadaşı, Humeyni'nin dert ortağı, Gannuşi'nin akıl hocasıydı o. Kuala Lumpur'dan Saraybosna'ya, Kahire'den İslamabad'a kadar bütün başkentler onun karargâhıydı. İttihad-ı İslam davası için koltuğunun altında dosyaları, yanında kurmayları ile koştururken görmek mümkündü onu. Yirmi birinci yüzyılda ümmet deyince akla gelen ilk isim onunki olurdu hep. İslam Birliği'ne olan inancına hayran kalmamak elde değildi. İslam ülkeleri arasında iş birliğinden ortak para birimine, ortak askeri pakttan farklı oluşumlara kadar onlarca fikrin sahibiydi o. Başbakanlık koltuğuna oturduğunda ilk yaptığı icraatlardan birinin D-8'leri kurmak olması da bu konuya verdiği önemi gösteriyor aslında. Yazık ki bu altın değerindeki fikirlerinin kıymeti bilinemedi, yapmak istediklerinin büyüklüğü anlaşılamadı. Umarım, bundan sonra bu konu daha çok gündeme gelir.  

Günümüz dünyasında "Adalet ve Özgürlük Mücadelesi" deyince, akla ilk onun hareketi gelirdi. 1969 yılında ilk tuğlasını koyduğu, emek emek büyüttüğü, küçücük bir tohumdan koca bir çınar ağacına çevirdiği Milli Görüş hareketi, sadece Türkiye için değil, bölge ve dünya için de demokrasi çerçevesinde uğraş veren örnek bir harekettir. Tarihinde ne kadar İslami hareket, parti, cemiyet, grup varsa hepsine örneklik teşkil etti, yol yordam gösterdi, ağabeylik etti, onlar için işaret fişeği oldu. Bir mum misali için için yandı, eridi ama koca bir ümmeti de aydınlatmasını bildi. Bugün İslam dünyasındaki demokratik devrimlerden bahis açabiliyorsak bunda, o'nun çok büyük bir payı vardır. Bu işlerin silaha sarılmakla, yönetimden azade olmakla, radikallik söylemleri içerisinde değil, aksine, yaşanan toplumun tam göbeğinde, halkın içerisinde kalarak, marjinalleşmeden, siyaset yoluyla, demokrasinin kuralları çerçevesinde yapılması gerektiğini gösterdi. İlk zamanlar anlaşılamadı ama vefatında görüldü ki; Erbakan, bu topraklarda Müslümanların söz ve yetki sahibi olmaları için çok önemli bir görevi ifa etmişti. Erbakan, oyunu hep demokrasi kuralları içinde oynadı. O demokrasi dedikçe birileri ona çelme takmanın telaşında idi. Oyunun kuralları değiştirildi, oyundan atıldı, oyuna alınmak istenmedi ama o her defasında zoru tercih etti ve mücadelesini demokrasi içerisinde sürdürdü. Bu yönüyle Erbakan, bir ilki de gerçekleştirmiş oldu. Hep silahla ya da pasif savunma yöntemleri ile anılan İslami hareketlere 3. bir yolu gösterdi. İslam'da demokrasinin yerinin tartışıldığı, demokrasinin İslam dışı bir sistem olduğunun vurgulandığı 80'ler ve 90'larda kimseye aldırmadan yoluna devam etti. O zamanlarda sesleri çok çıkan ve kendine düşünür, araştırmacı yazar diyenlerin sözleri esas alınmış olsaydı İslami hareket bu birikime ulaşamazdı. 4 partisi kapatılan, sayısız kere siyaset yapması yasaklanan, her defasında görmezden gelinen,aşağılanan, karikatürize edilen, alaya alınan bir lider, bir emri ile sokakları savaş alanına çevirecek gücü varken demokrasiden başka bir yola tevessül etmiyorsa ve 80 yıllık Türkiye Cumhuriyeti'ni silahla, tepeden inme değil, ilmek ilmek, fert fert değiştiriyorsa ona ancak "devrimci demokrat" denir. Erbakan, son nefesine kadar devrimci, son nefesine kadar demokrattı. 85 yaşında olmasına karşın siyaseti bir cihad olarak gördüğünü söyleyip, ülkesi ve İslam ümmeti için bir şeyler yapabilmenin telaşında idi. O artık aramızda değil. 1 Mart Salı günü yüz binlerin omuzlarında son yolculuğuna çıktı ve şimdi eşinin, anne babasının yanı başında. 

Sağlığında iken ona gereken önemi vermeyen medya ise ölümüyle birlikte adeta günah çıkarırcasına yayınlar yaptı. Vefat ettiği günden toprağa verildiği güne kadar onun bu ülke için ne anlam ifade ettiğine dair sözler söyledi, yazılar yazdı. Bu yönüyle Türk medyası, hocasına olan son vazifesini eksiksiz bir şekilde yerine getirmiş oldu. Keşke Erbakan, o çok eleştirdiği medyanın kendisi hakkında yaptığı yayınları sağlığında iken görebilseydi.  28 Şubat Postmodern darbesinin keyfiyetine mazhar olamayanlar, Erbakan'ın o meş'um olay karşısında takındığı tavrın da değerini bilemediler. Kendi yaşamlarında karşılaştıkları hukuksuzluklar karşısında dik durmanın d'sini beceremeyenler o'nun duruşunu dillerine dolamaktan çekinmediler. 1992'de Cezayir'de yaşananları bilmeyenlerin Erbakan'ın 28 Şubat'ta gösterdiği olgunluğu anlamaları imkansızdır. Eğer bu ülkede Müslümanlara karşı bir sürek avı başlatılmadı ise, iç savaş yaşanıp da on binlerce kişi sebepsiz yere hayatını kaybetmedi ise bunda Erbakan'ın feraseti ve dik duruşu çok büyük rol oynamıştır. Refah Partisi kapatıldığında 17 yaşında idim. Kapatılan sadece bir parti değildi. Milyonların umudu,inancı, hayali, emeği idi hiçe sayılan… Benim gibi yüz binleri şiddetin, kargaşanın, olay çıkarmanın, kaba kuvvete başvurmanın eşiğinden çeviren tek kişi Erbakan'dır. O'nun bu soğukkanlılığının değerini şimdi daha iyi anlıyorum. 

O gitti… Rabbine kavuştu. "Evimin direğiymiş şimdi anladım" dediği, sevgisini her cümlesinde gösterdiği eşi Nermin hanıma kavuştu. O gitti… Alija, Dudayev, Şeyh Ahmet Yasin ve Hasan El Benna ile buluştu. O gitti… Görevini eksiksiz yerine getirmenin iç huzuru içerisinde, son nefesine kadar davası için çalışmanın yorgunluğu ile, milyonların şahitliği eşliğinde gitti. Geride bizler kaldık. Geride sahipsiz, Erbakansız, sağ elinin başparmağını kaldırıp o'nun gür sesiyle Milli Görüş yemini edemeyecek, Ümmetin derdi karşısında bir Erbakan kükremesi göremeyecek bizler kaldık… Rabbim mekanını Cennet eylesin. Amin… 


Not: Bu yazı Kurtuba dergisinin 8. sayısında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: