4 Nisan 2011 Pazartesi

Adını Andıkça Büyür Sesimiz: alfabe

Ülkemizde dergi yayınlamak, hatta bu işe niyetlenmek oldukça zor bir meseledir. Öncelikle dergi fikrini, sonra da bizzat dergiyi sahiplenecek bir kadronun bulunması zaruridir. Zira bir derginin ömrü, o dergiye gönül veren insanların sayısı ile doğru orantılı olmuştur hep. Büyük bir heyecan ve coşkuyla çıkan nice dergi, kısa bir süre sonra hazin bir şekilde kapanmak zorunda kalmıştır. Bunun en önemli sebebi ise heyecanın kaybolması ve kadronun dağılmasıdır. İşte bu sebeple zora, en zora talip olmaktır dergi çıkarmak.

Bu yazı kapsamında; bir derginin yazar kadrosunun oluşumu, yazıların tetkiki, dizgisi, baskısı, dağıtımı, reklamı kendi çekirdek kadrosunda mündemiç bulunan; varlığını dev finansal desteklere borçlu olmayan özgür dergiciliktir bahsetmek istediğim. Özgürdür, çünkü varlığını savunduğu fikriyatına, bunu ise İlahi Ses’e borçludur. Kâr edemese de, dergisini ülkenin dört bir yanına dağıtamasa da, dizgi ve baskı da sorunları yaşasa da, dergiyi yayınlama konusunda yalnız da kalsa devam eder. Çünkü öz(ü)gürdür. Bu yolda dergi çıkarmaya talip olanın karşılaşacağı ilk sorun; dergiyi çıkarmak mı zor, yoksa onu devam ettirmek mi, sorusudur. Ki en nihayetinde bu sorunun cevabı bence; bir dergiyi yayınlamaya devam etrmek olacaktır. Derginin yayınlanışında görev dağılımı, her sayının vaktinde çıkması için gösterilen çaba, her sayıda karşılaşılan baskı ve dizgi sorunları yanında, ülkemiz dergilerinin en önemli sorunu "Yayınlanırken yalnız bırakılmak, yayın hayatına son verdikten sonra ise unutulmak" olmuştur. Günümüzdeki birçok dergi gibi alfabe de, işte tüm bu risklerin şuurunda ve tehlikenin farkında olarak açmıştı gözlerini yayın hayatına.

Sesini yazıyla yayma gayesindeki Selçuk Üniversiteli bir avuç gencin “Adını andıkça büyür sesim” sloganıyla başlayan yolculuklarının adıdır alfabe. Varlığın (insan varlığının) yegâne göstergesi “Bilmektir”. İnsanın kendini bilmesidir. İnsanın Rabbini bilmesidir. Böylesi bir bilmenin başlangıcını ilk insanın yaratıcısı ile yaptığı görüşmeler (ses) oluşturmuş, bunu diğer peygamberler silsilesi takip etmiş, pek çok bilim insanı da varlık bilgisine şerh
düşmüştür. Bilgi; ilahi dil ile gelmiş, bilimsel dil ile gelişmiş, sanatsal dil ile serpilmiş ve en nihayetinde görünür olmayı istemiştir. Bilginin görünürlüğünü ve ulaşılabilirliğini sağlama vazifesi ise eşref-i mahlûkat olan insana düşmüş ve o da bu vazifesini bihakkın yerine getirip sembolleri keşfetmiştir. Sembollerin kullanımı harflerin, yani alfabenin keşfine kadar da devam etmiştir. İnsan varlığının diğer bütün varlıklardan ayrıldığı yegâne kavşaktır burası. İlahi emaneti taşıma azmindeki insanın kararlılık nişanesidir. Velhasıl, seslerini hiyeroglifle resme döken Mısırlılara, sesini çivi yazısına işlemeyi başarmış Sümerlere, alfabelerini iyice olgunlaştırıp kendi sesleri ile birlikte çevresindeki pek çok medeniyetin sesine de şekil vermeyi başarabilmiş Fenikelilere, hatta İlahi sesi taşıyan suhufların emanetçisi tüm Peygamberlere 20. yy’dan içten bir selamdır alfabe.

Bu zeminde düşünce harcı karılmış ve 29 harfi, kalemi ve gayreti sonuna kadar elden bırakmayan bir ekiple 2002 yılının Aralık ayında yayınlanmaya başlanmıştır alfabe. Derginin editörlüğünü üstlenen Kadir Metin Akbaş ile birlikte çekirdek kadroyu Ömer Yalçınova, Ahmet Ceran, Beyza Akyüz, Sami Bayrakçı, Emir Yıldırım, Sertaç Dalgalıdere, Feyza Yarar, Ali Tahir Şener ve Gülşah Şimşek gibi Selçuk Üniversiteli gençler oluşturuyordu. Bu kadronun yanı sıra Doç. Dr. Mustafa Tekin ve Düş Sokağı Sakini Murat Çelik’in de derginin yazar kadrosunda bulunması, alfabe’ye ayrı bir güç ve renk katmıştır.

"Merhaba" yazılarında Ümmet vurgusu ön plandaydı 
Kadir Metin Akbaş’ın “Merhaba” başlığı altında yayınladığı kapak yazıları derginin adeta manifestosu olmuştur. Bu yazılarda ümmeti ilgilendiren her bir olay üzerinde titizlikle durulmuş, ülke ve dünya gündeminden haberler bu girizgâhta muhakkak yer almıştır. Derginin yayınlandığı dönemde başlayan Amerika’nın Irak’ı işgali, bu yazılarda enine boyuna işlenmiş; ikinci sayının sloganı “Savaşa ve Amerika’ya hayır” olarak belirlenmiştir. İlk sayıdan son sayıya kadar da Irak’taki direniş tüm boyutlarıyla bu yazılarda yer bulmuştur. Öyle ki; 2. Dünya savaşının insanlık üzerinde bıraktığı maddi ve manevi tahribatı 1942’deki intiharları ile protesto eden Stephan Zweig ve eşi Lotta Zweig’in onurlu duruşları hatırlatılarak "her türlü kirli savaşa hayır" denilmiştir. Üstad Muhammed Hamidullah’ın baki dünyaya göçüşü, koca bir âlemin ölümü olarak duyurulmuş, Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in vefatı, Rachel Corrie’nin bir İsrail buldozerinin altında kalarak can vermesi ve Dudayev’den sonraki Çeçen lider Zelimhan Yandarbiyev’in ve Filistin’de Şeyh Ahmet Yasin’in şehadetleri üzerinde hassasiyetle durulmuştur. Guantanamo esirleri, Afganistan, Çeçenya bahisleri derginin çağımız saldırılarına, insanlık suçlarına sessiz kalmaması, bu hususlarda safını cesur bir şekilde belirlemiş olması da, alfabe’yi diğer pek çok genç nesil dergiden ayırmıştır. Bu yazılarda; Malcom, Aliya, Cahit Zarifoğlu, Efendimiz (sav), Hakan Albayrak, Muhammed İkbal, “Genç Müslüman”a rol model olarak sıklıkla yerini almış, bu isimlerle öğrenmiş ve öğretmeye çalışmıştır ümmetin kardeşliğini. Modern dünyanın Ebu Zerr’leri olup hak yolunda muhalefeti aşılamıştır. Emperyalizm karşısında kılıçları kuşanmayı hatırlatmış, sekiz sayfalık cüssesi arasından dünya devlerini boykot etmeye çağırmıştır. Varlığını hiçbir ekonomik gücün finansörlüğüne borçlu olmayan dergi, emperyalist güçlere baş kaldırmasıyla “var” olmuştur adeta. Merhaba yazılarında, bu fikri mülahazalar yanında, dergi yazarlarının buluşma mekânı Nükte Kitabevi’nde gerçekleşen etkinliklere de muhakkak yer verildi. Bu etkinlikler içerisinde aşure dağıtılması, düzenli yapılan Nükte Söyleşileri, Murat Çelik’in mini konseri de yer alıyordu. Tüm bu haber vermelerin yanında Üniversite gençliği arasında gündem oluşturmayı başarması da, alfabe’nin üstlendiği misyonu layıkı ile yerine getirdiğinin en anlamlı kanıtlarından biridir.

alfabe’nin fikri yapısına katkı sağlayan en azimli isimler hiç kuşku yok ki; Sami Bayrakçı ve Emir Yıldırım olmuştur. Sami Bayrakçı’nın ikinci sayıdan itibaren düzenli bir şekilde yazdığı makaleleri başta Ortadoğu olmak üzere İslam dünyasına odaklanmıştır. Yaşanan sıkıntıların müsebbibi olarak emperyalist güçleri görmekle iktifa etmemiş, yaşananlara gereken tepkiyi koyamayan Müslümanların özeleştiri yapmaları gerekliliğine özellikle vurgu yapmıştır. Emir Yıldırım ise özellikle "Düşünceler I – II – III - IV" başlıklı devam yazılarında insan, toplum, siyaset, bilim ve teknoloji algılarımızı değiştirecek tonda fikirler serdetmiş, bunu yaparken de güçlü bir eleştirel dil kullanmıştır. Öyleki Emir Yıldırım’ı okurken Faust’tan parçalar elinizdeymiş hissi taşıyorsunuz. Dünyanın bileşkesini oluşturan kavramlar namluya bir bir sürülmüş, etraftaki tüm odaklar hedefe alınmış, dönmüş dolaşmış ve nihayetinde namlunun ucu kendi şakağına dayanmıştır. Modern dünyanın çıkmazlarını konu edinen bu iki yazarın hararetli yazılarını, Doç. Dr. Mustafa Tekin’in din sosyolojisi bağlamında kaleme aldığı makaleleri adeta dengeye almıştır. Tekin yazılarında, İslami söylemde özgüven eksikliğini İslami perspektifin kaybedilmesine bağlamış ve bu sorunların çözümü olarak da sahih kaynakları işaret etmiştir.

alfabe’nin edebi kimliğini ise yayınladığı şiir ve hikayeler oluşturmuştur. Sertaç Dalgalıdere ve Ahmet Ceran derginin sıkı iki şairidir.

“gayesiz adımlarca
çıldırmak
işin cakası olsa gerektir
şehir her kusuşunda
ifritini
kandan rüyalar görülecektir” Ahmet Ceran’ın bu mısraları hırçın bir başkaldırıdır. Sahte iddia sahiplerinin hicvi ve deşifre edilmesidir. Toplumsal körlüğe isyan ve ikazdır. Duygusaldan ziyade düşünsel bir sancı çekmektedir şair. Öyleki bu sancının izlerini diğer şiirlerinde de görmek mümkündür. Yaşam, ölüm, bekleyiş, sevgi kavramları ile şiirlerinin temel dokusunu oluşturan şairin şiirdeki yetkinliğini en çok da şu mısralarında hisseder okuyucu:

“Kolay değildi beklemek
Olması gerekenlerin olmasını
Hatırlamıyorum kaç gece
Sarmaş dolaş uyudum cinnetle
Ben sahiplendim; bebeklerden kovulmuş rüyaları
Hissettim damarlarımda hayatın püsürlerini
Bilmediğim,
Yabansı acılar çöreklendi içime
İncindi, incimsi yerlerim
Sili, döşte ölünce
Zordu yaşamaya çalışmak
Esen her rüzgarda kırılan bir ruh ile

İşe yaramadı kadim bilgeliğim
Çağcıl kelimelere yenildim
Depresifmişim, obsesifmişim
Anksiyeteye yatkın, hafiften deliymişim.
Buydu teşhis, buydu etiket
Buydu adımın üstünün çizilmesini gerektiren.
Bilinmedi
Ya ben biriciksem, ya ben özelsem,
Ya yoksa âlemde benden başka ben
Ben değilsem ya kim zübde-i âlem”

Bir derginin kapandıktan sonra unutulmasıdır asıl hüzün veren. alfabe’nin edebi kimliğinden bahis açmışken, Düş Sokağı Sakini değerli müzisyen Murat Çelik’in ressam/ heykeltıraş Haldun Arslancan ile birlikte kaleme aldıkları ve 13 sayı boyunca dergide yayınlanan yol hikâyelerini anmak da bir vazife oluyor. Yalova’da durdurmayı başardıkları bir kamyon ile başlayıp devam eden otostopla tatil maceralarının ismidir: UYKU TULUMUNDAN SECCADE. Bu hikâyenin alfabe için önemi sadece otostop macerasından müteşekkil bir yazı olması değil, aynı zamanda diğer bütün yayınlardan önce ilk olarak alfabe Dergisi’nde yayınlanmaya başlamış olmasından kaynaklanmaktadır.

Derginin emektar isimlerinden Ömer Yalçınova’nın inceleme- değerlendirme yazıları da günümüz aydın tiplemelerine yöneltilmiş derin eleştirileri içermekte, okumalarımızın ve edebi bir kimlik oluşturmalarımızın hangi istikamette seyretmesi gerektiğini, hikâyelerin bu konudaki ehemmiyetini ve bizatihi hikayelerini dergide yazmış olması alfabe’nin büyük kazanımlarındandır. Bilhassa “Goygoycular” başlıklı yazısı acımasızlığa varan hususî eleştiriler içerse de tekrar tekrar okunabilecek öneme haizdir. Ömer Yalçınova’nın geliştirmiş olduğu eleştirel dil, bireysel, toplumsal, dinsel olan her şeye yönelmiş ve fakat kesinlikle savruk olmamıştır. Yerinde ve zemininde yaptığı eleştirilerden halen yararlanılabilir.

Künyesinde “Dostluğun, paylaşmanın ve heyecanın yeniden hayat bulması için çıkar” sözünün yer aldığı ve 13 sayı yayınlanan alfabe, şüphesiz bu yazıda konu ettikletimizden daha fazlasını sığdırdı sayfalarına. En önemlisi de, yayınlandığı zaman zarfında Konya’da bir okul olma vazifesini en iyi şekilde yerine getirdi. Giriştede vurguladığımız gibi bu topraklarda bir derginin kapandıktan sonra unutulması, yaşayabileceği en hazin kaderdir. "Bir dergi çıkarmak, bir dua etmektir" sözünden ilham alarak, alfabe  dergisi ekibine "Dualarınız kabul olsun efendim" diyoruz.

Adalet Canlı Akbaş


Not: Bu yazı Kurtuba dergisinin 7. sayısında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: