28 Şubat 2011 Pazartesi

Bizler şahidiz; O görevini eksiksiz yaptı

Babamızı kaybetmiş kadar hüzünlüyüz... Beklediğimiz ama kabullenemediğimiz bir kayıp oldu. Kelimeler boğazımızda düğümleniyor, gözlerimiz nemli, dilimizde dualar... Hepimiz o'na çok şey borçluyuz. Mücadelesi, azmi, kararlılığı, dik duruşu ve engin tecrübesi ile Türkiyeli Müslümanların dünya üzerindeki medar-ı iftiharıydı o. Bu toprakların yetiştirdiği en has adamlardan, en cins kafalardan, en karizmatik liderlerden biriydi o. Hepimizi diri tutan bir nefes, aklımızı başımızdan alan bir deha, ölümü göze alıp alanlara atılacak kadar bizi kendine bağlayan bir liderdi o. Tebessümün, ciddiyetin, parıltının eksik olmadığı çehresi ile pırıl pırıl bir Müslümandı o. Alija ile Dudayev'in silah arkadaşı, Humeyni'nin dert ortağı, Gannuşi'nin akıl hocasıydı o. Kuala Lumpur'dan Saraybosna'ya, Kahire'den İslamabad'a kadar bütün başkentler adeta onun karargahıydı; koltuğunun altında dosyaları ile koştururken görmek mümkündü. Bir uçtan bir uca ümmetin derdini dert edinmiş, tüm insanlığın kurtuluşu için çarpan bir yürekti o. "Ümmet" deyince akla ilk gelen isim onunki olurdu hep, adalet ve özgürlük mücadelesi deyince, akla ilk onun hareketi gelirdi. Sonuna kadar devrimci, sonuna kadar demokrattı o. 

Bizler şahidiz. O, görevini son nefesine kadar eksiksiz yapmak için çalıştı. Siyaseti Allah rızası için yaptı. Bizler o'ndan razıyız. Rabbim de o'ndan razı olsun...

26 Şubat 2011 Cumartesi

Şehadet bir çağrıdır, tüm nesillere ve çağlara...

Şubat, şehit ayıdır. Yolumuzu aydınlatan bir çok isim, bu ayda şehadete ulaşmıştır. İskilipli Atıf Hoca, Malcolm X, Hasan El Benna ve Metin Yüksel bu ay içerisinde şehit edilmişlerdir. Onlar, bu kutlu davanın ateş böcekleridir. İdam sehpasına, kör kurşuna, kalleş bir bıçak parıltısına aldırmadan, doğru bildikleri yolu adımlamışlar, ne kınayanların kınamasına, ne de göz korkutanların korkusuna pabuç bırakmışladır. Şehitleri hatırlamak, onları ve davalarını tefekkür etmek hepimizin görevidir. Bu vesileyle, 23 Şubat 1979'da Cuma namazı çıkışı Fatih Camii önünde şehit edilen Metin Yüksel'i bir kez daha rahmetle anıyoruz. Eşref Ziya Terzi'nin efsane albümü "Kalksam ve Dirilsem"de yer alan Metin Yüksel ezgisini bir kez daha söylemenin zamanıdır şimdi...

Molla Sadrettin’in mahdumuydu 
Doğu’nun ezilen çocuğuydu. 
Ey mücahit metin yüksel 
Bizlerin önderi siz şehitler. 
*** 
Molla Sadrettin’in en yiğit oğlu 
Metin’in ölmedi cennete doğdu. 
Her şehit bir adımdır zafere 
Her zafer bir umut kutlu yere. 
*** 
Molla Sadrettin’in alnı secdede 
Metin’in annesine şehadet müjde. 
Ağla müslümanım haline ağla 
İslam ülkesinde garip bu dava.

25 Şubat 2011 Cuma

[Mayıs 1925 - Şubat 1965] Malcolm'sız geçen 46 yıl...

Bir taş at. 
Bir taş daha at. 
Bir şiir ateşle. 
Bir yumruk yükselt. 
Sesini yükselt. 
Bir çocuk yetiştir. 
Bir maske tak. 
Duvara bir slogan yaz. 
Şehitleri an. 
Bir hayal kur. 
Bir barikat kur. 
Tarihine sahip çık. 
Sokaklara sahip çık. 
Bir slogan at. 
Bir kurşun at. 
Bir tohum ek. 
Bir ateş yak. 
Bir cam kır. 
Terle. 
Sahte belge düzenle. 
Bir bildiri bastır. 
Bir kanun kaçağını barındır. 
Bir yara sar. 
Bir dosta sevgi göster. 
Silahını temizle. 
Hakikati söyle. 
Bir miting düzenle. 
Arkanı kolla. 
Gökyüzüne bak. 
İz bırakma. 
İşçilerden öğren. 
Bir yoldaşa öğret. 
Bir hücreyi ziyaret et. 
Bir savaş esirini kurtar. 
FBI'ın gizli dosyalarını çal. 
Kendi kalbini çal. 
Parolayı aklında tut. 
Bir aynasızı silahsızlandır. 
Bir füzeyi çalışmaz hale getir. 
Bir fıkra anlat. 
Bir plan yap. 
Bir ümit ışığı gör. 
İsmini değiştir. 
Bir teoriyi test et. 
Bir dogmaya meydan oku. 
Korkunu kullan. 
Bir damla gözyaşı akıt. 
Haritayı incele.
Hainlerle hesaplaş. 
Ağırlığını hakkıyla taşı. 
Biraz daha ağırlık kazan. 
Sevmek için mücadele et. 
Sevdiğini bir daha söyle. 
Sınırı aş. 

Malcom X 


24 Şubat 2011 Perşembe

Diktatörlerin ortak özelliğidir halkını katletmek!

Doğru düzgün bir haber gelmiyor. Sağlıklı bir iletişim sağlanamıyor. Sınırlarını dünyaya kapatan Libya'da neler olduğu tam anlamıyla bilinemiyor. Ancak seslerini sosyal medya vasıtasıyla duyurma imkanı bulanların söylediği tek bir cümle var; "Libya'da inanılmaz bir katliam yapılıyor. Nolur sesimizi dünyaya duyurun..."

Acımasızlığın kol gezdiği Libya ordusu, Afrika'nın çeşitli ülkelerinden bin 200 dolar karşılığı getirilen paralı askerler ve Sırp keskin nişancılar, Libya halkına karşı büyük bir katliama imza atıyor. Gözünü kan bürüyen 42 yıllık diktatör Kaddafi, kendi halkını katlediyor. İnternete düşen videolarda Libya'da yaşanan vahşet net bir şekilde görülebiliyor. Muhalifler sokaklarda teker teker öldürülüyor. Muhaliflerin evleri basılıyor, insanlar boğazlanıyor, evler ateşe veriliyor. Ölü sayısı her geçen saat artıyor. Libya kan gölüne dönmüş durumda ancak dünya sessiz, dünya suskun... Biz biliyoruz ki; halkını güdülecek sürü olarak gören, başkaldıranları lağım fareleri olarak niteleyen bu diktatörlerin ortak özelliğidir halkını katliamdan geçirmek. Bugün Muammer Kaddafi yapıyor bunu, dün Saddam Hüseyin ve Hafız Esad uygulamıştı bu kanlı yöntemi. 

Saddam Hüseyin emir verdi 16 Mart 1988'de Irak ordusu çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Halepçe'ye girdi ve büyük bir katliam yaptı. Günler süren bu vahşet neticesinde 5 bin kişi hayatını kaybetti, binlercesi sakat kaldı. Tarihe kara bir leke olarak geçti Halepçe, hiç unutulmadı. Suriye'nin eli kanlı diktatörü Hafız Esad da, sırf, halkı Müslüman Kardeşler'e gönül verdiği için Hama halkını bir aya yakın sürede katliamdan geçirdi. 2 Şubat 1982'de başlayan katliamda, 70 bin Hamalı hayatını kaybetti. Tarihe kara bir leke olarak geçti Hama, hiç unutulmadı. Şimdi Libya'da yaşananlar da tarihe kara bir leke olarak geçecek. Bu katliamlar daha da büyümeden, tüm duyarlı STK'lar ve devletler harekete geçmeli; diktatör Kaddafi'ye dur denilmeli. Bizler şuna inanıyoruz ki; bu devrim hedefine ulaşacak, Kaddafi rejimi devrilecek ve halkına yaptığı bu katliamların hesabını tek tek verecek. Allah tüm mazlumlara, zalimlere karşı direniş gücü versin... 

23 Şubat 2011 Çarşamba

Diktatörler inatçıdır ancak halklar da sonuna kadar kararlıdır

Tarih, Libya'da yaşananları koltuk hırsına kapılan bir diktatörün kendi halkına karşı başlattığı kanlı ve kirli bir savaş olarak kaydedecek. Libya'nın akıl sağlığı bozuk diktatörü Muammer Kaddafi, halkının tüm çağrılarına kulağını tıkamış, gönlünü kapamış görünüyor. "Bana karşı bir darbe yaparlar" diyerek ordu dahi kurdurmayan, onun yerine paralı askerleri ve paramiliter grupları olan Kaddafi, gözü dönmüş bir şekilde halkına karşı katliam yapıyor. Ömer Muhtar'ın şehri Bingazi'den yükselen ve dalga dalga tüm Libya'ya yayılan özgürlük ve adalet isteğini kanla bastıracağını sanan eli kanlı diktatör Kaddafi, dün yaptığı konuşma ile iyice zıvanadan çıktığını tüm dünyaya gösterdi. Halkının üzerine savaş uçaklarını, helikopterlerini, tanklarını, keskin nişancıları ve paralı askerlerini salan zorba Kaddafi, bir devrime besmele çeken Libya gençliğini, kimi hasta mihrakların tahrikiyle, para ve uyuşturucu karşılığında sokaklara çıkıp hükumet binalarına ve polislere saldırmakla suçladı. Bununla da yetinmedi ve kendi halkını "lağım fareleri" olarak nitelendirdi. Yandaşlarını sokaklara çıkmaya ve özgürlük çağrılarını boğmaya çağıran Kaddafi, taraftarlarından protestocuları ve liderlerini de vurmalarını istedi. 

Boğuk ve soğuk bir hitabet tarzı kullanan Kaddafi'nin, yaşananlar karşısında korktuğu ve sinirlendiği anlaşılıyor. 42 yıl boyunca haktan ve hukuktan nasibini almadan ülkesini yoksullaştıran, halkını aşağılayan bir diktatörün, son sözleri gibi geldi bana bu konuşması. Babaları zillete düçar olmuş bir nesil ayaklanıyor şimdi Libya'da. Bliyoruz; diktatörler inatçıdır. Kolay kolay yönetimden çakilmezler ama şuna da inancımız tam; diktatörler ne kadar inatçı olursa olsunlar halklar da sonuna kadar kararlıdır. Tunus ve Mısırlıların ardından, bu kez Libyalılar kıracaklar zincirlerini. Yolları açık olsun...

22 Şubat 2011 Salı

Tal El Malluhi'ye özgürlük, Suriye'nin onurudur

İslam ülkelerinde peşi sıra ayaklanmalar yaşanırken, her bir diktatörün koltuğu zangır zangır sallanırken, on yıllardır suskun kalan halklar en üst perdeden konuşmaya başlamışken Suriye'den ilginç ve bir o kadar da üzücü bir haber geldi. 20 yaşındaki Tal El Malluhi adındaki genç bir kız, blogunda yazdıklarından dolayı tutuklanarak 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Tunus ve Mısır başta olmak üzere, çok sayıda İslam ülkesindeki halklar daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi, daha fazla insan hakları için ses yükseltirken, Suriye yönetiminin yaşananları anlamazlıktan gelip, ders çıkarması gerekirken derse muhtaç bir hale düşmesini anlamak mümkün değil. 1991 Humus doğumlu Tal'ın (http://talmallohi.blogspot.com/) adresindeki blogunda ağırlıklı olarak Filistin ve Gazze üzerine yazılar yer alıyor. "Sivil İtaatsizlik" kahramanı Gandi, Filistinli eylem adamı Raid Salah ve Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın fotoğraflarının da bulunduğu blog, Suriye istihbaratınca sakıncalı kategorisinde sayılmış. 27 Aralık 2009'da tutuklanan, bilgisayarına, kitaplarına ve cd'lerine el konan Tal El Malluhi'nin o tarihten beri ailesiyle görüşmesine de izin verilmiyordu. "Yabancı bir ülkeye istihbarat sağlama" suçlamasıyla tutuklanan Tal, Suriye'nin daha özgür bir ülke olması yolunda önemli bir kilometre taşı oldu. Umarız; Beşar Esad, komşu ülkelerde yaşananlardan ders çıkarır, Tal ve diğer düşüncelerinden dolayı hapse atılanlar ile ilgili bir adım atar. Şu bilinmeli ki; Tal El Malluhi'nin özgürlüğü Suriye'nin ve tüm Ortadoğu'nun özgürlüğüdür. Yaşıtları gibi okulda olması gerekirken anlamsız bir şekilde hapishanede tutulan Tal, bloğuna en son 6 Eylül 2009’da Kudüs ile ilgili şu satırları yazmış;

Şehirlerin efendisi Kudüs
Barış şehrine selam olsun...
İnsanlığa kutsal kılınan toprağa selam olsun
Ruhul Emine (Cibrile) Selam olsun
Kanatlarındaki tüylere 
Göğe yükselten sütunlara selam olsun
Çünkü bu tüm peygamberlerin vasiyeti...

21 Şubat 2011 Pazartesi

Muammer Kaddafi için yolun sonu göründü

Libya'daki isyan her geçen saat büyüyor. Devletin silahlı ordusu, polisi, çevre ülkelerden gelen paralı askerleri, keskin nişancıları, rejim yanlısı militanları halka karşı savaş açmış durumda ancak isyan devrime doğru evriliyor, Libya yeni bir güne erişmenin heyecanını yaşıyor. Ülkenin bir çok şehrinden çok şiddetli çatışma haberleri geliyor. Şu ana kadar 500'e yakın Libyalı hayatını kaybetti, Libyalılar devrime şehitleriyle yürüyor... Rejim muhalifleri, polis merkezlerine düzenledikleri baskınlarda ele geçirdikleri silahlarla Kaddafi'nin askerlerine karşı zafer üstüne zafer kazanmaya başladılar. Bingazi başta olmak üzere bir çok şehir muhaliflerin yönetimine geçti. Hakan Albayrak'ın işaret buyurduğu gibi; Libya yanıyor, ama küllerinden özgürlük ve esenlik yükselecek inşaallah. 

Libya'daki dini liderler de halkı Kaddafi yönetimine karşı isyana çağırdı. Daha önce askerleri sivillere ateş açmaktan vazgeçirmeye çağıran Müslüman liderler, bu kez halkı, Muammer Kaddafi'ye karşı ayaklanmaya çağırdı. Müslüman liderler, Libya yönetimine karşı mümkün olan bütün araçlarla ayaklanmanın, herkesin dini sorumluluğu olduğunu kaydettiler. 42 yıllık diktatör Kaddafi için tehlike çanları çalıyor artık. Kaddafi yolun sonuna geldi. Gün değişim, özgürlük, esenlik ve adalet günü. 

Bir inkılaptır bu, güneş gibi doğdu


Tunus'dan Mısır'a, Libya'dan, Bahreyn, Cezayir ve Yemen'e kadar koca bir İslam coğrafyası devrimler çağına girmenin heyecanı içerisinde. Bir uçtan bir uca; diktatörler, tek adamlar, firavunlar, zalimler, tiranlar, tağutlar birer birer yıkılıyor. Bize düşen; bu gelişmeleri doğru okumak, mazlum halkların yanında yer almak, dualarımızı eksik etmemek. Ne diyoruz; 1-2-3 daha fazla devrim...

20 Şubat 2011 Pazar

Kardeş Libya halkının şanlı direnişini selamlıyoruz

Tunus ve Mısır’ın ardından kıyama kalkan Libya halkı tarihlerindeki en zor günlerini yaşıyor. Başta Bingazi olmak üzere bir çok şehirden muhaliflere yönelik çok acımasız katliam haberleri geliyor. Şu ana kadar 300’ün üzerinde Libyalının öldüğü belirtiliyor. Sayı her geçen saat daha da artıyor. Türkiye’de olsa muhtar dahi seçilemeyecek kıymette biri olan Muammer Kaddafi’nin 41 yıllık diktatörlüğüne başkaldıran Libya halkı, ülkelerindeki değişim için ölümü göze almışa benziyorlar. Arap milliyetçiliği, İslam ve Sosyalizm karışımı ne idüğü belirsiz bir yönetim şeklini halkına zorla dayatan Kaddafi’nin yolun sonuna geldiği kesinleşti. Halkına karşı ölüm emri veren bir diktatörden daha acınası kim olabilir? Kaddafi’nin halkına açmış olduğu bu savaşta bizler de safımızı belirledik ve kardeş Libya halkı ile dayanışma içerisindeyiz. İtalyanlara karşı şanlı bir direniş örgütleyen Şehit Ömer Muhtar’ın memleketinde olan bitenler bizleri de yakından ilgilendiriyor. Şimdi Libya halkını dualarımızla destekleme zamanı. Zalimlikte sınır tanımayan, halkının isteklerine cevap vermek yerine kendi ailesi, partisi, kabilesi ve dostlarına hizmet eden bir diktatör, hiçbir İslam ülkesine yakışmamakta. 

Çağrı ve Ömer Muhtar gibi iki muhteşem filmin hayat bulmasına vesile olduğu için, Kıbrıs çıkarmasında bize her türlü desteği sağladığı için Kaddafi’ye teşekkür ediyoruz ancak bundan sonrası için ülkesi ve halkı adına olumlu bir adım atmasını bekliyoruz. 1971 yılından bu yana baskı ve zulüm altında yaşayan, en temel insan haklarından dahi mahrum kalan Libya halkının bu haklı direnişlerini selamlıyoruz. Yolları açık olsun...

19 Şubat 2011 Cumartesi

Göğe savrulan yumruklar, zalim gitmedikçe iner mi hiç

Bir uçtan bir uca Arap halkları ayakta. İslam dünyasının sessizleri, yetimleri, mazlumları, ezilmişleri, yok sayılmışları ses yükseltiyor, isyan bayrağını dalgalandırıyor. Yemen, Bahreyn ve Libya'dan dalga dalga isyan haberleri geliyor. Tunus'un tutuşturduğu, Mısır'ın harladığı devrim ateşini Arap dünyasının gençleri bir umut büyütüyor. Mısır ve Tunus'taki halk devrimlerinden cesaret alan muhaliflerin salı gününden bu yana protesto gösterileri düzenlediği Libya'da gerilim her geçen gün tırmanıyor. Arap dünyası ve Afrika'nın en uzun süreli iktidarda kalan diktatörü Muammer Kaddafi'nin koltuğu sallanmaya başladı. Kaddafi'ye hiç bir zaman pirim vermeyen Bingazi şehrinin başı çektiği isyan dalgası, ülkenin bir çok şehrine sıçramış durumda. 41 yıllık diktatör Kaddafi ise halkının sesine kulak vermek yerine, göstericilerin üzerine ateş edilmesi emrini verdi. Şimdiye kadar 100'e yakın Libyalı devrim yolunda hayatını kaybetti. Arap dünyasının en fakir ülkesi Yemen'de de on binler, diktatör Ali Abdullah Salih'in istifası için kıyama geçmiş durumda. 10. gününe giren protestolarda ülkeden çatışma haberleri gelmeye devam ediyor. Şimdiye kadar 10'a yakın Yemenlinin polis kurşunuyla hayatını kaybettiği ülkede, muhaliflerin üzerine el bombaları atılıyor, gerçek mermiler kullanılıyor. İnci meydanını dolduran Bahreynliler ise ordunun sert müdahalesi ile karşılaştı. ABD'nin en sadık müttefiklerinden olan Bahreyn, yıllardır kral zulmü altında inliyor. Rejim güçlerinin silahlı saldırısı sonucu yaralananları hastanelere taşımaya giden ambulansların tanklar tarafından durdurulduğu, yaralıları tedavi etmeye çalışan sağlık görevlilerinin de polislerin saldırısına uğradığı bilgisi geliyor ülkeden. 

On yıllardır tek adam yönetimleri altında, zilletin, yoksulluğun, sömürünün her türlüsünü yaşayan Arap halkları onurlarını geri kazanmanın telaşında. Biliyoruz ki; bu isyan ateşi kolay kolay sönmeyecek. Aynen grup Yürüyüş'ün Özgürlük türküsünde dillendirdiği gibi:


dağlardayız biz ovalarda
makinâ başında sıralarda
sürdürüyoruz kavgamızı
zalîmler boğulaya...
***
alev alan ateş söner mi hiç
özgürlük türküleri biter mi hiç
göğe savrulan yumruklar
zalim gitmedikçe iner mi hiç
***
haydin çocuklar, gençler, kadınlar
yükseltelim feryadımızı
Allah sözünü hakim kılmak için
tağutları yıkalım...

18 Şubat 2011 Cuma

Allah, Cuma'nızı ve Devrim'inizi kabul etsin

Adını hiç bilmezdik şimdi unutamıyoruz. 25 Ocak’a kadar sıradan bir meydandı şimdi bir devrime ev sahipliği yapmanın gurunu taşıyor. 1 ay öncesine kadar sadece Mısırlıların meydanıydı şimdi tüm Ortadoğu’nun, Afrika’nın ve tüm mazlumların toplanma yeri oldu. 18 gün süren ve nihayetinde Hüsnü Mübarek’in koltuğunu bırakmasıyla sonuçlanan devrimin en kritik günleri Cuma, en kritik olay mahalli ise Tahrir Meydanı’ydı. Özellikle Cuma namazları sonrasında milyonlar sokaklara akmış, Tahrir’de buluşmuş önce Kahire’yi, ardından Mısır’ı, daha sonra da tüm dünyayı bir devrime besmele çekmenin heyecanı ile sarsmışlardı. İsyanın ve devrimin merkez üssü bugün bir kez daha yüz binleri ağırladı bağrında. Mısırlılar devrim sonrası ilk Cuma namazı için yine Tahrir Meydanı’nı seçti. Kadını erkeği, çocuğu yaşlısı, sağcısı solcusu, komünisti İslamcısı bir kez daha omuz omuza saf tuttu Tahrir’de.

Nil’in kavruk çocukları, Uluslararası Müslüman Alimler Birliği Başkanı Üstad Yusuf el Kardavi'nin imametinde Tekbirler getirerek devrim sonrası ilk Cuma namazını eda etti. Mübarek’in gidişinden sonraki ilk Cuma’yı “Zafer Günü” ilan eden Mısırlılar, kendilerinden sonra devrim ateşini büyüten Bahreynlilere, Yemenlilere, Libyalılara ve Cezayirlilere dualar gönderdiler. Ne diyelim; Allah Cuma’nızı ve devriminizi kabul etsin.  

İran ve Türkiye'nin ortak korkutma taktiği: ABD

Mısır'daki devrim rüzgarının etkisinin iyiden iyiye hissedildiği İran'da son bir haftada yaşananları dikkatle takip ediyorum. Muhalifler her türlü baskıya rağmen sokaklara çıkıp reform isteklerini dillendiriyorlar. Ancak son Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası yaşanan kanlı sokak çatışmaları muhaliflerin gözünü korkutmuşa benziyor; Devrim Muhafızları ve motosikletli Besicler'in estirdiği terör ortamında, daha fazla özgürlük ve demokrasi taleplerinde bulunanların sesi şimdilik güçlü çıkmıyor. Ancak bu durumun çok da uzun sürmeyeceğini düşünüyorum. İslam Devrimi'nin 33. yılının kutlandığı İran'da, bir değişimin mecburiyeti öne çıkıyor. Benim asıl dikkatimi çeken, İran'da yaşananların, Türkiye'deki son Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde yaşananlarla olan tıpa tıp benzerliği. 2007'de statükonun değişmesini istemeyen ve kendilerini Cumhuriyet'e sahip çıkanlar olarak konumlayan kitleler meydanlara çıkmış ve Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı olmasını engellemeye çalışmışlardı. İran'da da statüko taraftarları muhaliflerin sesini bastırmak için meydanlarda. İlginçtir; 2007'deki protesto gösterilerinde Abdullah Gül'ün adının ABDullah Gül olarak yazıldığı posterler açılmıştı. Böyle yapılarak Gül'e ABD'nin adamı damgası vurulmak istenmişti. İran'da da aynı mantığın hüküm sürdüğü görülüyor zira statükonun değişmesini istemeyenler muhalif lider Mir Hüseyin Musavi'nin ismini mUSAvi olarak yazmışlar pankartlara. 

Statükonun değişmesinden korkanlar her iki ülkede de aynı taktiği uyguluyor. Değişime direnme mesajı her iki ülkede de ABD üzerinden veriliyor. Yerleşik düzenin reforma tabi tutulmasını isteyenler her iki ülkede de ABD bağlantılı olmakla suçlanıyor, halka ve dünyaya bu şekilde lanse ediliyor. Kuşkusuz bu taktik, Türkiye'de ters tepti. Ancak İran'da nasıl bir sonuç alacak bilemiyorum. Ama şunu unutmamalıyız ki; her ne kadar ABD, İran'daki muhalif hareketleri desteklediğini belirtse de, ülkeye nüfuz edebilmiş değil. Daha önce de değinmiştim; Mir Hüseyin Musavi de, diğer muhalif lider Mehdi Kerrubi de, rejimin kökten değişmesini değil, reforma tabi tutulmasını ve demokrasinin hayata geçirilmesini istiyor. İran; dünyaya kapalı, baskıcı, tek tip yönetim tarzını bu şekilde daha fazla devam ettiremez. Mahmud Ahmedinejat bir an önce halkın ve muhaliflerin sesine kulak vermeli ve İran'ı demokrasi yoluna sokmalı.

17 Şubat 2011 Perşembe

Tunus ve Mısır'dan esen rüzgar, Arap coğrafyasını ateşliyor


Başka bir yazının konusu olacak ama sonra söyleyeceğimi şimdi diyeyim; Arap dünyasına, daha genelde İslam dünyasına bu diktatörlükler, bu tek adam yönetimleri, bu krallıklar, hanedanlıklar, bu despot, caberrut, sıkı yönetim aşığı, bu ABD İsrail kuklası yönetimler hiç yakışmıyor. Hepsinin bir an önce halkını önemseyen yönetimlerle yer değiştirmesini bekliyorum. İşte bu istikamette Tunus ve Mısırlıların başını çektiği halk hareketlerine Cezayir, Yemen, Libya ve Bahreyn halklarının katkı sunmasını önemsiyorum. Tek adamların hüküm sürdüğü, olağanüstü hallerin olağan halde yaşandığı, sosyal adaletin, özgürlüklerin, şeffaflığın, fırsat eşitliğinin olmadığı Arap coğrafyası bir baştan bir başa kendi gücünü keşfetmenin, zorbalığa, haksızlığa, diktatörlüğe karşı çıkmanın heyecanını yaşıyor. 
*1991'deki askeri darbenin ardından cuntanın sadık adamı Abdulaziz Buteflika tarafından yönetilen Cezayir diken üstünde. 
*30 yıldır diktatör Ali Abdullah Salih'in yönetimindeki Yemen'de gösterilerin ardı arkası kesilmiyor. 
*1971 yılından bu yana Şeyh Halife Bin Sallah'ın görevde olduğu Bahreyn halkı ayakta. 
*41 yıldır Muammer Kaddafi'nin tek adam olduğu Libya'da tüm baskılara rağmen halk sesini duyurmanın telaşını yaşıyor.
On yıllardır ABD desteğiyle ya da ABD korkusunu istismar ederek hüküm süren diktatörler, yıkılacakları günün yaklaştığını an be an hissediyorlar. Halklarının meşru taleplerine kulaklarını tıkayan, sadece kendi ailesi, kabilesi ve partisinin isteklerini yerine getiren tek adamların koltuğu sallanıyor artık. Tunus ve Mısır halkı bunu başardı. Umarım Cezayir, Libya, Bahreyn, Ürdün, Yemen, Suriye halkları da bu zoru başarırlar ve demokrasi yolunda önemli bir adım atarlar.

16 Şubat 2011 Çarşamba

İran, olması gereken değişimi ne zaman yapacak?

İran, nedense bana hep Türkiye'nin tersten izdüşümü gibi gelir. Türkiye; yüzünü batıya dönmüş, muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak için çabalayan, modernist bir anlayışın hüküm sürdüğü , laik bir yönetim tarzının hakim olduğu Ortadoğu, Asya ve Avrupa arasında sıkışmış bir ülkedir. İran ise bunun tam zıddı yönde; Batı ile arası bozuk, muasır medeniyetler seviyesini önemsemeyen, dine ve din adamlarının nüfuzuna dayalı bir yönetimin hüküm sürdüğü Ortadoğu ile Asya arasında başına buyruk bir ülkedir. Hem komşumuz hem de bölgenin lider bir ülkesi olması sebebiyle İran'ı yakından izliyorum. Tunus ve Mısır'ın ardından, bölgede başlayan hareketliliğe İranlıların da katkı sunmaya başladığı görülüyor. İmam Humeyni öncülüğünde gerçekleşen İran İslam Devrimi'nin 33. yılının kutlandığı şu günlerde, hükümet muhalifleri, kapsamlı bir özeleştiri yapılıp demokratik bir İran için adım atılmasını öneriyor. Bunun için de kendilerine Tunus ve Mısır'daki halk isyanlarını örnek alıyorlar. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hile yapıldığını savunan Mir Hüseyin Musavi taraftarları daha önce de sokaklara çıkmış ve günler süren bir kaos yaşanmıştı. Şu an İran'da, ikisi de Ahmedinejat'ın rakibi olan Mehdi Kerrubi ve Mir Hüseyin Musavi, muhalefete öncülük eden iki önemli isim olarak öne çıkıyor. "İran'da muhalefet" deyince Türk medyasının gözleri fal taşı gibi açılıyor. Zannediliyor ki; muhaliflerin başarısı İran Devleti'nin yıkımını getirecek. Ama bilmiyorlarki Mehdi Kerrubi de, Mir Hüseyin Musavi de en az Mahmud Ahmedinejat kadar İran'ın çıkarlarını savunan, İran İslam Devrimi'ni önemseyen, ABD ve İsrail'e pirim vermeyen iki liderdir. Yani bu iki liderin sokakları hareketlendirmesi, İran yönetimine sert çıkması, daha özgür ve demokratik bir İran isteğinden kaynaklanıyor. 

1979'daki devrimin motor gücünü oluşturan gençler ve kadınlar bugün yeniden sokaklara çıkıyorsa mevcut İran yönetimi bunu iyi analiz etmeli. Yazının başında değindiğim "İran Türkiye'nin tersten izdüşümü" derken bunu kastediyorum aslında. 1950'lerde çok partili siyasi yaşama geçen Türkiye, 2000'lerin başına kadar gelen süreçte ceberrut bir yönetim tarzını yaşatmaya çalıştı. "Halka rağmen halk için" mottosuyla isimlendirilen bu sistem, ne yazık ki İran için de geçerli. Muhalefetin istekleri, "yabancı istihbarat servisleri ülkemizi karıştırmak istiyor" denerek bastırılıyor. Bu; "birlik ve beraberliğe en ihityaç duyduğumuz şu günlerde..." sözlerine ne kadar da çok benziyor değil mi? İran, ellerini ovuşturarak kenardan kendisini izleyen ABD ve İsrail'i ters köşeye yatıracak hamlelere imza atmalı. Daha özgür, daha şeffaf ve demokratik bir İran'ın varlığı, hem kendisi hem de bölgenin yoksul halkları için önemli bir dönüm noktası olacaktır. Kendini dünyaya kapatan bir İran'ın ne kendisine ne de diğer ülkelere faydası olur. İşte tam bu noktada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Tahran ziyareti sırasında yaptığı "demokrasi" vurgusunu önemsiyorum. Umarım Gül'ün mesajı İran yönetimince iyi anlaşılır. 

15 Şubat 2011 Salı

Çakal Carlos'dan Mısır devrimi yorumu

1975'de İslamiyet'i seçmesinin ardından aldığı isim Salim Muhammed Nuri. Ama hepimiz onu Çakal Carlos olarak tanıyoruz.  Anne- babasının verdiği ismi de hatırlatırsak; İliç Ramirez Sançez. Hakkındaki bir çok suçtan dolayı Fransa'da Poissy Cezaevi'nde müebbet hapis cezasını çekiyor. 2003 yılında kaleme aldığı "Devrimci İslam" adlı kitabı çok ses getirdi, tartışıldı, konuşuldu. Dün Radikal'de kendisi ile yapılmış bir röportaj yayınlandı. O röportajda Mısır'da yaşanan gelişmeler de sorulmuş. Bakın Carlos, Mısır devrimi ile ilgili neler söylüyor;

"Gazze meselesi, sadece Filistinlileri ilgilendiren bir ‘iç mesele’ değildir. Tüm Mısırlıları, tüm Arapları, tüm Müslümanları ve dünyanın tüm vicdanlı insanlarını ilgilendiren bir hadisedir ki, yakın tarihte böylesi bir ihanetin benzeri görülmemiştir. Kısacası Mısır’da bundan sonra ne olacağını, Gazze’de bundan sonra ne olacağına bakarak daha net teşhis ve ifade edebiliriz. Şimdilik söyleyebileceğimiz, Gazze’ye yaklaşımı değişmediği müddetçe, Mısır’da her şeyin eski tas eski hamam olduğudur.  

Mısır'da rejim değişikliğinden bahsedebilmek için; Mısır Gazze ambargosunu kaldırmalı ve Gazze’nin Mısır kapısını yeniden açmalıdır. Sadece bu da değil. Hemen peşinden, Gazzeli her Filistinliye birer Mısır pasaportu verip onların tüm dünyada rahatça seyahat edebilmelerinin yolunu açmak. Bununla da kalmayıp Gazze’nin seçilmiş hükümet mensuplarına, yani Filistinli milletvekillerine Mısır diplomatik pasaportu vermek ve onların diplomatik koruma altında özgürce tüm dünyada dolaşabilmelerini sağlamak. İşte ancak bunlar yapılırsa Mısır’da rejim değişmiştir diyebiliriz, daha önce değil."

Çakal Carlos, bu konuşmasında çok önemli bir noktaya parmak basıyor aslında. Mısır'daki değişimin önemini kavramak için Filistin ve Gazze konularındaki değişimlere bakılması gerektiğini söylüyor. Bizce de Mısır devriminde Gazze önemli bir turnusol kağıdı görevi görüyor. Umarım Mısır, bu konuda ümmeti sevindirecek bir karara imza atar da üzerindeki İsrail yandaşlığından kurtulur.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Cezayir ve Yemen'den de müjdeli haberler bekliyoruz

Nil'in kavruk benizli çocuklarının başardığı devrimin ardından, tüm mazlum halklar ayakta. "Mısırlıların yazdığı tarihi neden biz de ülkemiz için hayata geçirmeyelim" diyen Arap halkları, üzerlerindeki ölü toprağını silkeleyip yollara dökülüyor. Şimdilik Cezayir ve Yemen'den ayaklanma haberleri geliyor. 1991'deki askeri darbenin ardından, "olağanüstü hal yasası" ile yönetilen ve hapishanelerinde binlerce siyasi tutuklunun yattığı Cezayir; komşusu Tunus ve Mısır'ın ardından, devrime en ihtiyaç duyan ülkelerden biri. Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika -göstermelik- iyileştirme sözü verse de, İslami Kurtuluş Cephesi'nin (FİS) genel seçimleri ezici çoğunlukla kazanmasının ardından yapılan askeri darbenin izlerinin ülkeden tamamen silinmesi gerekiyor. Başta Cezayir'i uzun yıllar sömüren Fransa olmak üzere Batı'nın iki yüzlü politikalarını çok iyi bilen Cezayir halkı, Mısır ve Tunus halklarının ardından soylu bir devrime besmele çekmenin arefesindeler. Kıpırdanmaya başlayan Cezayir sokaklarından müjdeli bir haber bekliyoruz. 

Bir başka kanı kaynayan ülke ise Yemen. 30 yıllık diktatör Ali Abdullah Salih yönetimine karşı ayaklanan Yemen halkı, ülkeleri için bir şeyler yapmanın heyecanını yaşıyor. On yılların öfkesini içlerinde biriktiren binlerce yoksul Yemenli, cadde ve meydanları doldurarak, Mısır halkının açtığı yoldan gitmek istediklerini haykırmaya başladı. Yıllardır sessizliğe, zillete, yoksulluğa ve diktatörlüklere doğru düzgün ses çıkarmayan Arap halklarının devrimler çağına girmesi umut verici bir gelişme. Buna Cezayir ve Yemen halklarının da katılmasını önemsiyorum. Tunus halkı kıvılcım oldu, Mısır ateşi harladı, diğer halklar ateşi diri tutmak için harekete geçti. Ne diyoruz; 1-2-3 daha fazla devrim...

13 Şubat 2011 Pazar

Hasan El Benna'yı Rahmetle anıyoruz

Mısır'daki devrimi kutladığımız şu günlerde özelde Mısır için ama genelde tüm İslam dünyası için önemli bir isim olan Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hasan El Benna’yı, şehadetinin 62. Yıldönümünde Rahmetle anıyoruz. Biliyoruz ki başta Mısır olmak üzere tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki devrimci halk hareketlerinde onun çektiği besmelenin bereketi var. Bir uçtan bir uca koca bir ümmet coğrafyasını fikirleri ve hareketiyle etkileyen bu dava adamı, 12 Şubat 1949’da, Kahire’de uğradığı silahlı suikast sonucu Hakk’a yürüdü. Yürüyüşü ne bereketli ki; bugün ardından milyonlar gidiyor...   


Hasan El Benna’nın 10 öğüdü:

1- Birlik en büyük hedeftir.  Kalpler arasındaki bağ güçlü olsun, tek söz üzerine birleşsin.
2- 'Lailahe illallah' diyen herkes Tevhid çatısı altında beraberimizdedir.
3- Kusuru nefsinde ara, muhaliflerin hakkında iyi şeyler düşün.
4- Tepki verirken bile ahlakı göz ardı etme.
5- Tartışma ve kibir yok.
6- Bir meselede doğru birden fazla olabilir.
7- İttifak edilen şeylerde yardımlaş, farklı düşüncelere saygılı ol.
8- Her zaman ortak düşmanı ön planda tut.
9- İş ve üretim ufkunu aç.  Her kardeş,  -özel hayatındaki işlerine ilave olarak- her gün bir miktar Kur'an okumalı,  yatmadan mutlaka nefsini muhasebe etmelidir.
10- Yanlış yoldakilere üzülürüz; üzerine çullanıp teşhir etmeyiz.

12 Şubat 2011 Cumartesi

Mısır'da devrim asıl şimdi başlıyor

32 yılın verdiği öfke ve 18 günlük sabırlı bekleyişin ardından Mısır'ın son firavunu Hüsnü Mübarek, koltuğunu bırakıp gitti. Bu en başta Mısır için, Filistin için, İsrail için, ABD için, tüm Ortadoğu için ve tüm mazlum halklar için önemli bir gelişme. Tahrir meydanındaki heyecan dalgası bizi de sardı. Sevincimizin haddi hesabı yok. Hakan Albayrak'ın çağrısına uyup "Allahu Ekber" diyerek sevincimizi dile getiriyoruz. Allahu Ekber Velillahil Hamd. Şükürler olsun. Dünya gözü ile bir zalimin daha, bir diktatörün daha devrildiğine şahitlik ettik.

Dün akşamdan bu tarafa, Mübarek'in devrilmesinin ardından yapılan yorumları takip ediyorum. Öyle güzel sözler söyleniyor ki; bu günleri yaşamanın verdiği sürur, ömür boyu unutulmaz. Tüm Arap halkları sokaklara dökülmüş; "yaşasın Mısır halkı" diye sloganlar atıyor. Mısırlıların sevincine ortak oluyorlar. Onlar da biliyor ki; Mısır olmaz denileni yaptı. Yapılamaz denileni hayata geçirdi. Zoru başardı. 18 gün boyunca eşine az rastlanır bir barışçıl devrime şahit olduk. Baştan sona itidalli, baştan sona sabırlı, baştan sona heyecanlı bir devrimdi Mısır'da yaşanan. Tahrir meydanına toplanan milyonlar hep birlikte namaz kıldı, slogan attı, çadır kurup gece nöbetinde kaldı, şenlik havasında bir gün geçirdi. Mısır başardıysa artık bunun önünde durulamaz. Eninde sonunda tüm Arap halkları yeni bir devrime besmele çekmenin vaktini bekleyecektir.

Mübarek gitti. Yetkilerini orduya bıraktığını açıklayarak gitti. Şimdi gözler orduda. Mısır halkı zoru başardı ancak asıl zorluk şimdi. Asıl devrim şimdi başlıyor. Öncelikli olarak yapılması gerekenler; yıllardır devam eden olağanüstü halin kaldırılması, geniş tabanlı bir koalisyon hükumetinin kurulması, anayasanın değiştirilmesi, parlamento ve şûra meclisinin feshedilmesi, başkanlık ve yeni yasama seçimlerinin organize edilmesi. Bu saydıklarımız demokratik Mısır’ın inşası için gerekli adımları oluşturmakta. Bunların olabilmesi için ise ordunun en kısa zamanda asli görevine dönmesi ve yönetimi sivillere bırakması gerekiyor. Ben bunların hemen olmasa dahi, kısa süre içerisinde olabileceğine inanıyorum. Mısır'da devrimi halk gerçekleştirdi. Analarının ak sütü gibi helal olsun. Sözü şimdi dostum Selman Maltaş'a bırakıyorum; İmanımız olmasaydı ümidimiz olmazdı. Korkmayın, komplo teorilerinin en hayırlısını da Allah kurar. Çünkü Allah var; problem yok. Mısır halkı kendi özgür iradesiyle kendi geleceğini belirleyecektir inşallah. Dualara en güzel şekilde mukabele eden de Allah’tır değil mi? O zaman, kanı kaynamayan kim var idam mangasına...

Amr Şalakani: Şimdi kutlama zamanı



Mısır halkı 30 yıllık Mübarek iktidarını 18 günde yıktı. Amr Şalakani, devrimin meydanı Tahrir'den bildiriyor. Amr Şalakani, Mısır’da isyan başladıktan kısa bir süre sonra Radikal’e Tahrir Meydanı’ndan, eylemlerin göbeğinden bir katılımcı olarak mektup yazmaya başladı. Radikal’in Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can bastırmasa, yazarımız Koray Çalışkan canla başla çabalayıp ulaşmasa Şalakani ile hiç tanışamayacak, isyanın kalp atışlarını hissedemeyecek, Hürriyet Gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök ile yazışmalarını da okuyamayacaktık. Dün, Mübarek’in görevi bıraktığını açıklamasının hemen ardından Şalakani’yi aradım. “Tebrikler” dedim, tam altı kez “Teşekkür ederim” diye bağırdı. Bu arada diğer hattından Koray Çalışkan arıyordu 18 günlük zorlu mücadelenin kutlamasını yapmak için.  “Bugün sizin gününüz, dinliyorum” dedim, derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı: 
Tahrir’e çikolata
Haberi aldığım ve evimin altındaki çikolata dükkanına indim. Kutularla çikolata aldım ve şimdi onları Tahrir Meydanı’na götürdüm. Bu hiç beklenmedik bir şeydi. 25 Ocak’ta da beklemiyorduk bugün de. Ama gitti. Bugün, bu gece kutlama zamanı. Mübarek gitti, çok mutluyuz ama her şey bitmiş değil. tek konu bu değildi. Gitmesi sembolikti. İnsanların başından bu yana talebi rejimi yıkmaktı. Slogan buydu ve hâlâ da tekrar ediliyor, meydanda böyle bağırılıyor. Rejim henüz yıkılmadı. Umuyorum bu, rejimin yıkılmasına giden sürecin başlangıcıdır ama rejim çok daha büyük bir şey. Dolayısıyla gelecekte bunun için de çok çabalayacağız. 
Ordudan çekilme sözü
Bir başka konumuz da ordu. Mısır aslında son 60 yıldır askeri yönetim altında ama bugün sonunda asker resmi olarak yönetimi ele aldı. Bundan sonra ordunun hemen sivil yönetime geçişi sağlaması, demokratik seçime gitmesi bekleniyor. Türkiye ile çok benziyor aslında. Sizin orada da ordu yönetimde etkiliydi ama artık değil. Şimdi asker yönetime geldi Bir yıl da kalsalar görevde umrumda değil. Önemli olan ordunun parçası olmadığı bir siyasi hayatın öyle ya da böyle oluşturulması. Ordu 60 yıldır ilk kez demokratik seçimlerin ardından yönetimden çekilme sözü verdi. Mübarek ordunun başındaydı ve şimdi Mübarek gitti.

11 Şubat 2011 Cuma

Hoşçakal, olacaklar sensiz olsun!

3 haftalık sabırlı bekleyişin ardından "inadım inat" diyerek koltuğuna yapışan, yetkilerini sebil gibi ona buna dağıtan Hüsnü Mübarek nihayet istifa etti. Mısır halkının gözü aydın. Bizler de Mübarek'i, Emre Aydın'ın sevilen şarkısı ile uğurluyoruz: Hoşçakal, olacaklar sensiz olsun...

İnadın ecele faydası yok!

Mısır'daki devrim 3. Cuma'sına erişti. Mısır halkı devrime olan inancından milim taviz vermeden Hüsnü Mübarek ve onun temsil ettiği rejimin bir an önce yıkılmasını bekliyor. Dün sabah saatlerinden itibaren Tahrir meydanını dolduran yüz binler, gece geç saatlere kadar Mübarek'in vereceği güzel bir haberi bekledi. Dünya nefesini tutmuş, Mısır'daki devrime şahitlik etmenin heyecanını yaşıyordu. Ama olmadı. 32 yıldır Mısır'ı demir yumrukla yöneten, ABD ve İsrail'in ileri karakolluğundan başka bir şey yapmayan Mübarek, dün akşam yine halkını memnun edecek bir açıklamada bulunmadı. İstifa edeceği beklenen Mübarek, yetkilerini sağ kolu Ömer Süleyman'a devrettiğini açıkladı. Hangi yetkiler bunlar; İsrail ile uyumlu çalışma yetkisi. Mısır halkını ezme, sindirme, yoksullaştırma yetkisi. Filistinlileri, Gazze halkını ambargo altında ölüme terk etme yetkisi. Halkına göz açtırmayan tek adam yönetimi yetkisi! Mübarek bu yetkileri kime devrederse etsin. Artık bıçak kemiğe dayandı. Mısır her geçen gün, yeni bir sabaha uyanmanın telaşı içerisinde. Ve bu sabahların hiç birinde Mübarek'e, onun rejimine, sağ kollarına, kapı kullarına, çalışma arkadaşlarına, İsrail'e ve ABD'ye yer yok.

Mübarek sonrası yönetime hazırlanan Ömer Süleyman boşuna heveslenmesin. Tüm Mısırlılar ve hepimiz Ömer Süleyman'ın kim olduğunu çok iyi biliyoruz. Mübarek'in emrinden dışarı çıkmayan ve bu zamana kadar hep "Özel görevlerde" bulunan, halkın gözünde lakabı "işkenceci" olan, eski istihbarat şefi, İsrail'in kadim dostu Süleyman'ın; gaddarlıkta, yolsuzlukta, tek adamlıkta Mübarek'ten aşağı kalır bir tarafı yok. Mısır halkı için Ömer Süleyman ile Hüsnü Mübarek arasında en ufak bir fark yok. Mısırlıların istediği; Mübarek ve rejiminin ülkeyi temelli terk etmesidir. Diktatör Mübarek, Tahrir meydanından yükselen bu ateşe karşı koyamayacaktır. Biliyoruz ki; inadın ecele faydası yok...     

10 Şubat 2011 Perşembe

Olaylar, cahilliğimizi gözler önüne serdi

Tunus ve Mısır'da yaşanan olaylar, başta ortadoğu coğrafyası olmak üzere bölgeye ne kadar bigane kaldığımızı gözler önüne serdi. Tunus'a dair bildiklerimiz yok denecek kadar az. Tunus deyince aklımıza gelen yegane figür; NAHDA Hareketi ve onun sürgündeki lideri Raşid Gannuşi. Türk kamuoyu ve medyası ne yazıkki ne bu hareketi, ne de liderini tam anlamıyla yorumlayacak, analiz edecek, oturup hakkında 4 satır yazı kaleme alacak yetkinlikte değil. En bilgili gördüklerimiz, batılı gazete ve dergilerden tercüme yoluyla bir şeyler yazabiliyor. Onun ötesine geçenimiz ne yazık ki yok. Bu konularda Mısır'a dair bilgilerimiz de küf tutmuş derecede eski ve eksik. Olayların çıkmasıyla birlikte Türk medyasının bölgeye dair yaptığı yayınları takip etmeye çalışıyorum. Durum ne yazıkki iç açıcı değil. Mısır siyasetine dair "Müslüman Kardeşler" diye bir şey duymuşuz, kurucusunu hasbel kader öğrenmişiz ama haklarında derinlikli bir bilgiye sahip değiliz. Şöyle dört başı mamur bir Müslüman Kardeşler analizi okumaya hasret kaldık. "Hah işte yazılmış. Bunda kesin güzel şeyler var" dediğimizde bile fahiş bilgi yanlışları göze çarpıyor. Hareketin kurucusu Hasan El Benna'dan bahsediliyor, adamın nasıl öldüğü konusunda dahi yanlış bilgi veriliyor. Böyle kaç yazı okudum; Benna'nın Mısır yönetimi tarafından idam edildiğini anlatan. "Cahilliğin bu kadarına pes doğrusu" diyor insan. Yeri gelmişken aktarayım; Hasan El Benna, Şubat 1949'da Kahire'de bir suikast sonucu öldürüldü. Kan kaybından ölmesi için hastaneye götürülmesine dahi izin verilmedi. İdam edilen Müslüman Kardeşler üyesi ise, Seyyid Kutub'tur.

Son yıllarda sayıları hızla artan haber kanallarımız da ne yazıkki yaşananları yansıtmak konusunda sınıfta kaldı. Tahrir meydanına milyonlar toplanmış. Mısır alev alev devrim ateşi ile yanıyor ama bizim haber kanallarımız başka bir gezegenden yayın yapıyor sanki. Allah'tan El Cezire var da, ne olup bittiğini öğrenebiliyoruz. Türk medyasının bu tarz konularda reaksiyon gösterememesinin nedenleri iyi araştırılmalı. Önümüzdeki günler daha nice önemli olaylara gebe. Kendimizi ve bilgimizi gelişen dünyaya göre ayarlamalıyız. Yoksa avallıktan başka bir pay düşmez payımıza...

9 Şubat 2011 Çarşamba

Mısırlılar pes etmiyor, Tahrir'de tarih yazılıyor

 
Yeryüzü mazlumlarının kalbi, 2 haftadır Tahrir meydanında atıyor. Milyonlarca Mısırlı; zulme, adaletsizliğe, sömürüye isyan ediyor. Mısır'dan şimdi zalim yöneticilerin, katliam şebekelerinin ve meymenetsiz diktatörlerin değil, halkın sesi yükseliyor. Son 2 haftadır "Mısır" deyince; suratımızı buruşturmuyor, umursamaz davranmıyor, kanal değiştirmiyoruz. Şimdilerde Mısır deyince, Kahire deyince; heyecan, umut ve şevk kaplıyor bütün benliğimizi. Bir yanımız Tahrir'de direniyor, bir yanımız Kahire'nin yoksul mahallelerinde isyan ateşi yakıyor, bir yanımız İskenderi'yenin geniş caddelerinde "Mübarek defol" diye bağırıyor. Bilmeliyiz ki; Mısır halkının Mübarek Rejimi’ne karşı ayaklanması, aynı zamanda İsrail’e karşı da bir ayaklanmadır. Cinayet şebekesi İsrail ile bir olup Filistinlilere ambargo uygulayan, Refah sınır kapısını kardeşlerinin üzerine kapayan, Gazzelileri yoksulluğa ve ölüme terk eden Mübarek Rejimi yıkılırsa, İsrail, tarihindeki en büyük sillesini yemiş olacak. 

Son bir kaç gündür muhalefetle görüşen Mısır yönetimi, derinden bir değişikliğin önüne geçmek için ayak oyunlarına başvuruyordu. Ancak Mısırlılar bu oyunu da bozdu ve Tahrir meydanına akın etti. "Acaba bitti mi" denen devrim ruhu, yine milyonluk gösterilerle Mısır'ı terk etmediğini gösterdi bize. Teşekkürler Mısır... Teşekkürler Kahire... Teşekkürler Tahrir... 

Musevi profesörün İsrail isyanı




Kanada'nın Ontorio Eyaletinde Üniversity Of Waterloo'da Musevi kökenli Profesör Norman Finkelstein, Yahudi soykırımını bahane ederek gözyaşları döken Yahudi öğrenciye büyük bir ders verdi. Profesörün konuşması sırasında Musevi öğrenci "Konuşmanızda Musevileri Nazilerle karşılaştırdınız. Bu Almanlar için oldukça incitici. Aynı zamanda Nazilerden gerçek anlamda zulüm görmüş Museviler için de incitici" diyerek, ağladı. Bunun üzerine Profesör "Hem anne hem de baba tarafından ailemin her bir üyesi katledildi. Annemle babamın bana ve 2 kardeşime öğrettiği şudur; İsrail'in Filistin'e karşı işlediği savaş suçlarına suskun kalmayacağım. Onların zulmünden ve işkencelerinden daha fenasını düşünemiyorum! Yaptıkları bu kıyımı, bu vahşiliği, tüm suçlarını, kendi maruz kaldıkları zulümlerle haklı çıkarmaya çalışmalarından daha aşağılık bir şey düşünemiyorum. Bundan böyle gözyaşlarıyla sindirilmeyi, caydırılmayı reddediyorum. Eğer sende gerçekten kalp olsaydı bugün Filistinliler için ağlayabilirdin" dedi. Bu cesur sözler için Norman Finkelstein'ı tebrik ediyoruz. 

8 Şubat 2011 Salı

Berfo Ana'ya kim müjdeli haber verecek?

Berfo Ana, bizim bin yıllık hüzünlü hikayemizin isimsiz kahramanlarından biri. Bu topraklarda yaşanan karanlık günlerin geride bıraktığı gözyaşlarının en beyazı... Berfo Ana, 103 yaşında. Van’da yaşıyor. Tam 30 yıldır, oğlu Cemil Kırbayır'ı bekliyor. 12 Eylül gecesi gözaltına alınan oğlu Cemil'den o günden beri haber alamıyor. Oğlu Cemil, olur da bir gün çıkagelir diye, evinin kapısını 30 yıldır kapatmıyor Berfo Ana, gözleri yolda oğlunun bir gün ansızın çıkagelmesini bekliyor. Oğlu Cemil, 12 Eylül askeri darbesi sırasında evinden alınıp götürülen, bir daha da haber alınamayan 17 bin fail-i meçhulden sadece biri. İşkence ile öldürüldüğü tahmin edilen Cemil Kırbayır’ın öldürülüşünün üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen cesedinin dahi nereye gömüldüğü bilinmiyor.

Gözü yaşlı Berfo Ana; "oğlum gelmeden ölmeyeceğim" diyor. Oğlu Cemil için darbe sonrasında "firar etti" açıklaması dahi yapılmış. Berfo Ana bu yüzden misafir ziyaretlerini kısa tutuyormuş; "oğlum gelir de beni evde bulamaz" diye... Evinin eskiyen yerlerini dahi yaptırmamış; "oğlum gelir de evimizi tanıyamaz" diye... Tüm akrabalarının İstanbul'a göç etmesine rağmen, o İstanbul'a akrabaları ile gitmemiş. "oğlum gelir de beni bulamaz" diye... "Bari" diyor Berfo Ana; "öldü ise, mezarını gösterin de, bir dua edeyim oğluma..." Berfo Ana, 306 haftadır İstiklal Caddesi'nde oturma eylemi yapan Cumartesi Anneleri'nden biri. Her cumartesi kayıplarının fotoğraflarını ellerinde tutup sessizce bekliyorlar; "ola ki sesimizi birileri duyar" diye... En nihayetinde geçtiğimiz cumartesi Başbakan Erdoğan, anaların sesini duydu ve onlarla Dolmabahçe Ofisi'nde bir araya geldi. Dertlerini, sorunlarını, isteklerini dinledi. Bu, Türkiye tarihi açısından bir ilkti. Umarım bunun güzel bir sonucu ortaya çıkar ve gözü yaşlı anneler, yakınlar, eşler; canlarından bir parçalarına bir an önce kavuşur.

Berfo Ana, 103 yaşında. 30 yıldır oğlu Cemil'den gelecek müjdeli bir haberi bekliyor. Berfo Ana'ya kim verecek müjdeli haberi; "oğlun yoldaymış, geliyormuş ana" diyecek...  

7 Şubat 2011 Pazartesi

Mısır'ın vereceği karar bütün halkları ilgilendiriyor

14 gün süren zorlu, şiddetli, kanlı ve heyecanlı isyan nihayet meyvelerini vermeye başladı. Hüsnü Mübarek'in yardımcısı Ömer Süleyman, muhaliflerle görüştü. Bu, neredeyse yarım asır sonra Mısır'da gerçekleşen en önemli olay olarak kayıtlara geçti. Rejim düşmanı olarak mimlenen Müslüman Kardeşler de, 50 yıl sonra ilk kez Mısır yönetimi tarafından muhatap alındı ve görüşleri dinlendi. Tahrir meydanının ateşi düşmüş gibi görünse de, halk isteklerinin tamamını almadan bu devrimi bitirecek gibi görünmüyor. Ömer Süleyman ve muhaliflerin görüşmesinden, Mısır halkının istedikleri çıkmışa benzemiyor. Öncelikli olarak halkın derhal istifasını istediği Hüsnü Mübarek'in görevi bırakması ve yetkilerini devretmesi talepleri reddedildi. Bunun yerine göstericilere baskı uygulanmayacağı, basına ve internete müdahale edilmeyeceği garantisi verildi. Şüphesiz bunlar Mısır gibi zorba bir yönetimin hüküm sürdüğü ülkede önemli kazanımlar ancak Hüsnü Mübarek'in koltuğunu bırakma konusundaki inadına bir çözüm bulunması gerekiyor. Mübarek'in yönetimde olmaya devam etmesi; zorbalığın, zalimliğin, yoksulluğun, ezilmişliğin ve fakirliğin de devam edeceğini gösteriyor. Müslüman Kardeşler başta olmak üzere muhalefet bu konuda geri adım atmaya yanaşırsa, elde edilen kazanımları da kaybedebilirler. 25 Ocak'ta yanan isyan ateşi basit isteklerin yerine gelmesi ile sönmemeli. Zira Mısır'da yanan ateş, bütün Ortadoğu ve Afrika'daki halkların gözlerindeki ışığı etkileyecektir. Mısır'ın vereceği karar, koca bir coğrafyayı etkileyecektir. Bütün mazlum halkların gözü kulağı Mısır'da. Tabi aynı zamanda bütün diktatörlerin, tiranların, zalimlerin de gözü kulağı Mısır'da. 

Mısır, bugünden sonra, hangi tarafa doğru gideceğine karar verecek. Ya makyajı yenilenmiş, eski tas eski hamam zalim idare devam edecek Ya da yeni baştan tanzim edilmiş, yepyeni bir yönetim işlemeye başlayacak. Ayaklanma sırasında hayatını kaybeden 300 Mısırlı'nın isteği ne idiyse, onlar dikkate alınmalı ve Mısır, kendine yaraşır bir tavrı göstermeli.

6 Şubat 2011 Pazar

Suudi Arabistan Baş Müftüsü neyi savunuyor?


Tunus'da ve Mısır'da halklar başkaldırıyor, zalim ve diktatör idarecileri alaşağı ediyor. Ümmetin her bir ferdi bu tablo karşısında heyecan duyuyor. Duasıyla, sözüyle, eylemiyle kardeşlerini destekliyor. Ama bu “küresel intifada” birilerini fena halde geriyor, üzüyor, sarsıyor, rahatsız ediyor. İşte bunlardan biri de Suudi Arabistan'ın baş müftüsü Şeyh Abdülaziz Şeyh. Tunus ve Mısır'daki halk devrimlerine alçakça saldırmaktan geri durmayan Şeyh Abdülaziz Şeyh, Mısır, Tunus ve diğer yerlerdeki ayaklanmaları İslam düşmanlarının Arap ülkelerindeki istikrarı bozma amaçlı komploları olarak nitelendirmiş. Hazret acaba hangi istikrardan bahsediyor? Halkları koyun gibi gütme, milleti demir yumrukla ezme, halkları yoksullaştırmaya mı istikrar diyor. Yerin dibine batsın böyle istikrar. Yerin dibine batsın böyle yönetimler…

Cumartesi günü yayınlanan Suud gazetelerine göre baş müftü, Arap ülkelerindeki kıyamların "İslam düşmanlarının İslam dünyasını bölme amaçlı fitne hareketleri" olduklarını iddia etti. Şark el Evsat gazetesi de Müftü Şeyh Abdülaziz el Şeyh’in “Bu kaos İslam düşmanlarından ve onları takip eden kişilerden kaynaklanıyor. Gösteriler kan dökülmesine ve hırsızlığa yol açtı” dediğini aktardı. Bence Şeyh, bu devrimlerin ucunun kendi ülkesine de dokunacağını iyi bildiği için böyle konuşuyor. Tunus’un devrik diktatörü Zeynelabidin bin Ali’nin Suudi Arabistan'a kaçması boşuna değilmiş. Ne diyelim; diktatör diktatörün kötü gün dostudur, ama korkunun da ecele hiç faydası yoktur.

5 Şubat 2011 Cumartesi

Dualarımız Uğur Süleyman Söylemez ağabey için...

Şanlı Mavi Marmara Direnişçilerinden Uğur Süleyman Söylemez ağabeyimiz hala hastanede. Uğur Süleyman, 31 Mayıs gecesi, Mavi Marmara'da İsrail askerleri tarafından şiddet gördü, ağır yaralandı. 9 arkadaşını şehit veren Uğur ağabey, şimdi Ankara'da evinde yaşam mücadelesi veriyor. Dualarımız Uğur Süleyman Söylemez'in şifa bulması için olsun. Burada, www.dunyabizim.com'dan Özlem Şahin Ermiş'in Uğur ağabeyin eşi Tuba Söylemez ile yaptığı röportajı yayınlıyoruz.

O baştan ayağa Filistin oldu!
Ankara'dan Mavi Marmara gazisi aktivist Uğur Süleyman Söylemez'in eşi ile konuştuk. Uğur Süleyman Bey hala tedavi görüyor.
Birçok ideali vardı. Bunlardan biri de mazlum Filistin halkına yardım edebilmekti. Bunun için yola çıktı. Ve o yolundan dönmeyen olarak evine döndü. Şu an hala aynı yolda mücadele vermeye devam ediyor. Onunla birlikte ailesi de sabır sınavı veriyor. 8 aydır yattığı hastaneden yapılacak bir şey olmadığı için taburcu edildi. Evinde ailesi tarafından bakılıyor. Dönüş sürecinde yaşadıklarını eşi Tuba Hanıma sordum.

Lütfen dualarınızda unutmayın
Uğur Süleyman Söylemez
Uğur ağabey Mavi Marmara'ya binmeden önce
"Öncelikle şunu söylemek isterim. Allah'a şükür hiçbir isteğimiz, ihtiyacımız yoktur. Tek bir şey harici DUA… Bu doğrultuda gündemde kalmasını istiyorum Süleyman Beyin. İnsanlar unutmasınlar dualarını ulaştırsınlar bize.
Bizim yaşadıklarımız tüm insanlar tarafından bilinsin, acılarımızın an be an taptaze kaldığı. Diğer yaralılar iyileşti, normal yaşantılarına bazı eksikliklerle de olsa devam ediyorlar. Biz ise onunla her an İsrail’in yaptığı zulmü yaşıyoruz. Unutmamıza imkân yok, yanı başımızda bir abide gibi duruyor. Eşimin unutulmamasını isteme sebebim ne odur, ne de bizim yaşadıklarımız. Bizim yaşadıklarımız nezdinde Filistin'in durumunun bilinmesi gündemde tutulmasıdır. Çünkü Süleyman Bey de bunun için yola çıkmıştı. Hala o yolda yürümeye devam ediyor.

Filistin evlerinden bir ev
Gitmeden önce şöyle konuşmuştuk. O gidecek, görecek ve Filistin’in durumunu bize anlatacaktı. Sözünü tuttu, hem de fazlasıyla. Gitti yaşadı ve Filistin’i buraya getirdi. Şimdi ben de Filistinli oldum. Evimiz de Filistin’deki sıradan evlerden biri oldu. İsrail zulmü bizim evimizde de yaşanıyor.
Bu olaydan önce boykotlar yapar, protesto mitinglerine, eylemlere katılırdık. Ve yapabileceğimiz her şeyi yaptık zanneder evimize gönül rahatlığıyla dönerdik. Yapmamışız. Meğerse biz Filistin’i hiç anlayamamış, destekleyememişiz. Bunu yazık ki bugün anlıyorum.
Protestolar mitingler yapılıyor. Sonra herkes kendi hayatına dünyasına dönüyor, her şeyi unutuyor. Oysa biz şimdi acıyı zulmü yaşamaya devam ediyoruz. Öncesinde hammışım şimdi piştiğimi anlıyorum. İnsanları daha iyi tanıdım. Hatta kendimi daha iyi tanıdım.

Dünyanın her tarafından ve Türkiye’den ziyarete geliyorlar.
Filistin’den İsmail Haniye’nin yardımcıları geldi. 8 ayda ilk duyduğum anda dahi hiç ağlamamıştım. İlk defa Filistin’den gelenlerle birlikte ağladım. Çünkü onlarla aynı acıları yaşıyorduk. Filistin’de bu durumda olan binlercesi var dediler. Ben onların acısına onlarsa benim acıma ağlıyordu. İsmail Haniye’nin imzasını taşıyan Filistin kaşkolunu eşimin başucuna astım.
Uğur Süleyman Söylemez
Uğur ağabey şimdi dualarımızı bekliyor
Sekiz ay öncesine kadar ben eşime Allah'ın emanetiydim, şimdi ise o bana Allah'ın emaneti. O benim için çok kıymetli. Her gün şükrediyorum."

Başka soru yöneltmeye cesaret edemedim. Bu atmosferde soruların ne anlamı vardı ki… Tuba hanımın gözlerindeki ifadeden ve dimdik duruşundan, şükründen her şey okunuyor. Tuba hanım başlı başına, sinmemiş bir mücadele eri olarak, örnek teşkil ediyor.